Baha Sadık Akıner

Baha Sadık Akıner

HALİT FAHRİ OZANSOY (12 Temmuz 1891 – 23 Şubat 1971)


Çok yakında Mersin Büyükşehir Belediyesi Kent Kitaplığı tarafından basılacak olan "Türk şiirinin 75 Güçlü Kalemi - Aşk'la" adlı Türk şairleri antolojisi kitabımdan...

Ölüm yıl dönümünde şair Halit Fahri Ozansoy'a saygıyla...

***

HALİT FAHRİ OZANSOY (12 Temmuz 1891 – 23 Şubat 1971)

12 Temmuz 1891’de, İstanbul’da doğar Halit Fahri Ozansoy. Hecenin beş şairinden biridir. 40 yıl edebiyat öğretmenliği yapan Ozansoy, başta şiir olmak üzere tiyatro ve roman türlerinde pek çok eser vermiş bir edebiyat ve kültür adamıdır.

Ömrü boyunca duyumsadığı ve bu yönde çalışmalar yaptığı vatan, Cumhuriyet sevdasını “Vatan Destanı” adlı şiirinde şöyle kaleme döker:

“O kadar dolu ki toprağın şanla,

Bir değil, sanki bin vatan gibisin.

Yüce dağlarına çöken dumanla

Göklerde yazılı destan gibisin…

Hep böyle bulutlar içinde başın,

Hilâli kucaklar her vatandaşın.

Geçse de asırlar, tazedir yaşın,

O kadar leventsin, fidan gibisin…

Çiçeksin, bayılır kuşlar kokundan,

Her dalın bir yay ki zümrüt okundan,

Müjdeler fısıldar Ergenekon'dan:

Bu sese gönülden hayran gibisin…

Ey bütün cihana bedel Türkeli,

Açtığın cenklerin yoktur evveli.

Tarih bir nehir ki coşkundur seli.

Sen ona nisbetle, umman gibisin…

Bir yandan hep böyle taştın, köpürdün.

Bir yandan cefalı bir ömür sürdün.

Fakat ne derece ezildinse dün,

Şimdi gene tunçtan kalkan gibisin…

Bir insan nihayet kemikle ettir,

Bu et, bu kemiğe can hürriyettir.

En büyük hürriyet Cumhuriyet’tir.

Demek şimdi sen bir cihan gibisin…

Ey ana toprağı, ey Anadolu!

Açıldı önünde terakki yolu.

Hamdolsun her yanın bereket dolu,

Cennette bir yeşil meydan gibisin...

Yeni bir ay ördün al bayrağına,

Girdin en sonunda irfan bağına,

Medeni hayatın nur ırmağına;

Ezelden susamış ceylan gibisin…”

***

Babası tıp, tarih, tiyatro ve şiir olarak basılı pek çok eseri bulunan Mehmed Fahri Paşa, annesi Zehra Hanım’dır. Ailesi ona Mehmet Halit ismini verir. İkinci ismi olan Halit’in yanına babasının ikinci ismi Fahri’yi ekleyerek Halit Fahri adını kendisi oluşturmuştur. Yedi yaşında iken annesini veremden kaybeder. Şair Ziya Gökalp'in teyzesinin torunu ve Süleyman Nazif'in yeğeni olan Halit Fahri, şiir ve yazı yazma zevkini ailesinden alır.

Zeyrek, Vefa semtlerindeki mahalle mekteplerinde ve Sultanahmet'teki Tefeyyüz Mektebi'ndeki ilköğretiminden sonra Bakırköy Rüşdiyesi'ni bitirir ve Mekteb-i Sultani'de yatılı okumaya başlar. Hastalık nedeniyle öğrenimine ara vermek zorunda kalır. Filibe’deki amcasının yanına gidip 15 ay kaplıca tedavisi gördükten sonra tekrar okula döner. Bu dönemde okul müdürlüğüne Tevfik Fikret gelmiştir. Türkçe öğretmeni Ali Kâmi (Akyüz) Bey ve okul müdürü Tevfik Fikret sayesinde edebiyata ilgisi gelişir.

İlk yazısı "Facia-i Beşerden Bir Levha" başlığıyla Mart 1910 tarihli Tiraje dergisinde yayımlanır. 1911 yılında tasdikname alarak Mekteb-i Sultani’den ayrılır ve İstanbul Darülfünunda Fransız Dili şubesinde devam eder; ancak bu okulu bitiremez.

Halit Fahri, bu dönemde aruz ölçüsüyle ve Fecr-i Ati sanat topluluğunun etkisi ile şiir yazmaya başlar. İlk şiiri "Mazideki Aşk İçin Sana" 1912 yılında Rübab dergisinde yayımlanır. Aynı yıl ilk şiir kitabı “Rüya” yayımlanır. 22 sayfalık bu kitabı babasına ithaf eder.

“Gözlerim daldı gitti bir rüya denizine,

Sularda uzun uzun baktım ayın izine.

Dedim: Yirmi yaşımın ay ışığı değil bu,

Hani başım düşerdi bir sevgili dizine…

Sular gene o sular, kıyı gene o kıyı;

Gene çamlar dinliyor uzaktan bir şarkıyı.

Ah artık görmüyorum eridi mi ne oldu?

İri yeşil gözlerde gördüğüm pırıltıyı!”

***

1914 yılında Darülbedayi Osmaniye sınavını kazanarak tiyatro bölümüne kaydolur; kısa bir öğrencilik döneminden sonra aynı okulda öğretmen yardımcılığına getirilir. Hem öğrencilik hem öğretmenlik yapamayacağını anlayınca öğrenciliği bırakır. Oyunculuk merakı çevresinde onay görmediği için kısa bir süre sonra Darülbedayiden tamamen ayrılan Halit Fahri, 1914’te Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’ne bağlı olarak kurulan Milli Türk Cemiyeti’nin kuruluşunda görev alarak cemiyetin yöneticileri arasında bulunur.

İlk evliliğini 1915 yılında Neyyire Hanım’la yapar. Ertesi yıl Gavsi adında bir erkek çocukları olan çift, birkaç yıl sonra ayrılır.

Şair, 1915 yılında Talat Paşa’nın daveti ile Çanakkale Cephesini ziyaret eden şairler arasında yer alır ve izlenimlerini 1917 yılında “Cenk Duyguları” adıyla kitaplaştırır.

1916 yılında yayımladığı “Baykuş” adlı manzum piyesi ile artık tanınan bir şair ve yazar olmuştur. Baykuş, Darülbedayinin sahnelediği ilk Türk tiyatro oyunudur. Halit Fahri, hayatı boyunca bu alanda sistemli bir düzen içinde eser vermeyi sürdürmüştür.

1916 yılında sınavla öğretmenlik hakkı alır ve Muğla Lisesi'ne edebiyat öğretmeni olarak atanır. Bir yıl Muğla’da, bir yıl Konya'da çalıştıktan sonra İstanbul'a döner. Kırk yıl süreyle İstanbul’un çeşitli okullarında edebiyat öğretmenliği yapar.

Öğretmenliğin yanında yayın hayatını da sürdüren Halit Fahri, ilk şiirinin yayımlandığı Rübab dergisinde bir süre düzenli olarak yazılar yayımlamayı sürdürmüş; daha sonra arkadaşları ile Kehkeşan dergisine, ardından Şehbal dergisine geçmiştir. Bu arada dönemin önde gelen edebiyat dergisi Servet-i Fünun’da “Bağdad” adlı şiirini yayımlatmayı başarmıştır.

1917’de Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin gibi Türkçülerin etkisiyle hece vezninde şiirler yazmaya başlar. Hece vezninde şiirleri Yeni Mecmua, Talebe Defteri, Türk Kadını gibi dergilerde yayımlanır. İkinci şiir kitabı “Cenk Duyguları”nı 1917 yılında yayımladıktan sonra tekrar aruza yönelen Halit Fahri, düzenli aralıklarla yedi şiir kitabı daha çıkarır ve sonra şiir kitabı yayımlamaya uzun bir ara verir.

1919 yılında dayısı Ahmet Kadri Bey’in gazetesi Alemdar’da çalışmaya başlar. Çok geçmeden Alemdar’dan ayrılıp kendi dergisi Şair Nedim’i çıkarmaya başlayan Halit Fahri; haftalık bir dergi olan Şair Nedim’i 18 sayı çıkabilmiştir. Reşat Nuri Güntekin, Faruk Nafiz Çamlıbel, Selahattin Enis gibi şair ve yazarların ilk yazıları bu dergide yayımlanmıştır. Beklenilenin çok üstünde ilgi gören dergi, İzmir'in işgali üzerine kapanır.

Halit Fahri, dergisini kapatmak zorunda kalınca yazılarını İfham, Büyük Mecmua ve Peyam-ı Sabah’ta yayımlamaya başlar. Diğer memurlar gibi öğretmenler de maaşlarını alamadığından çeşitli gazetelere yazdığı makalelerden aldığı para ile geçimini sağlamaya çalışır. Servet-i Fünûn, İnci, Ümit dergilerinde manzumeler yayımlar.

1920 yılı Halit Fahri Ozansoy için önemli bir yıldır. 1920 yılında, Yeni Mecmua’da yayımlanan “Aruza Veda” başlıklı şiiriyle Beş Hececiler’in arasına katılır.

1921’de Ali Zoti ailesinden Aliye Hanım’la ikinci evliliğini yapar. 1926 yılında Servet-i Fünûn dergisinin yazı işleri müdürlüğünü devralır. Bu dergide “Fikir ve Sanat Âleminden Haberler” sütununda yazmayı 1943 yılına kadar sürdürür. Derginin sahibi Ahmet İhsan Bey’in ölümünden sonra Servet-i Fünun’dan istifa eder.

1932 yılında I. Türk Dili Kurultayı'na katılır ve Kurultayın son günü başkanlığa bir dilekçe vererek açılış gününün bayram olarak kutlanmasını önerir. Önerisi o birliğiyle kabul edilir. 1937’de başladığı Son Posta gazetesindeki haftalık yazılarını ise 1951’e kadar sürdürmüştür.

1953 yılında, devlet Fransızca dil imtihanını kazanıp Fransa ve İtalya’ya gider. 1955 yılında Şehir Tiyatroları dergisinin yazı işleri müdürlüğünü üstlenen Ozansoy, 1956 yılında yaş haddi nedeniyle öğretmenlikten emekli olur ve gazeteciliğe daha çok ağırlık verir.

1962’de eşinin ölümü üzerine bunalıma girip hastalanır. İlk dokuz şiir kitabını ardı ardına yayımlamış, 1936 yılında yayımladığı Sulara Dalan Gözler’den sonra şiir kitaplarına 26 yıl ara vermiştir. Eşi için yazdığı şiirlerini topladığı “Hep Onun İçin” adlı şiir kitabını, 1962’de çıkartır. 1964’te son şiir kitabı Sonsuz Gecelerin Ötesinde’yi yayımlar.

Ömrünün son yıllarını Kızıltoprak’ta geçiren Halit Fahri Ozansoy, yaşamının son yirmi yaz dönemini Büyükada’daki yazlığında geçirmiştir.

Fransız Ankara büyükelçisi, Fransızcadan yaptığı tercümeler ve Fransız kültürüne katkılarından ötürü kendisine 1969 yılı sonunda Milli Liyakat Nişanı ve şövalye payesi vermiştir.

53 yıl önce bugün 23 Şubat 1971’de, İstanbul’da aramızdan ayrıldığında; doktorlar bu vedanın sebebinin kalp krizi olduğunu söylerler. Vasiyeti gereği Türkçe kitapları Beyazıt Devlet Kütüphanesine, Fransızca kitapları Galatasaray Lisesine bırakılır. Zincirlikuyu Mezarlığı’nda yatar şimdi ebedi istirahatgâhında. Anısına ve duruşuna, üretimlerine, Türk şiirine katkılarına saygıyla…

***

Şair, gazeteci, oyun yazarı Halit Fahri Ozansoy’un otobiyografik izlerin sıkça bulunabileceği “Eski İstanbul Ramazanları” kitabı, Halit Fahri’nin edebiyat hatıralarına girmeyen edebi muhit ve şahısları anlatmaktadır. Kitap, İstanbul’un o devir için merkezi semtleri olan Vezneciler, Direklerarası, Eminönü ve Şehzadebaşı’nın Ramazan günlerinden bahseder. Kitabından bir bölümüyle anmak isterim ustayı: Kadınlar bin bir telaş içinde kocaman iftar tepsisini sofraya çıkarırlar. Bu tepsi adeta sıcak yemeklerden önce el atılan bir yiyecek sergisidir. Reçeller, belki yirmi, belki daha fazla renk renktir: Çilek, vişne, gül, hünnap, kayısı, incir, frenk üzümü, ayva, şeftali, portakal, mandalina, ceviz, mürdüm eriği, bardak eriği, ne bileyim, Tanrı’nın kullarına nasip ettiği daha nice nice, nadide, Rumeli ve Afrika meyvaları reçelleri. Sonra peynirler envai. Sucuk, pastırma, havyar, tarator, kaz ciğeri… Hatırlamadığım daha bir sürü yiyecek. Bunların hepsi tabak tabak. Fakat tepside herkesin önünde zeytin. Kavala zeytini de. Ve en önemli olan hurma. Orucu siyah zeytinle bozanlar olduğu gibi, Arabistan’dan geldiği için hurma ile bozmayı sevap sayanlar da çok. Şimdi bu muhteşem tepsinin etrafına çörek otlu sıcak pideleri ve susamlı ve yağlı kandil çöreklerini dizin, tepsiyi gözünüzün önüne getirirsiniz. Topun patlamasına iki üç dakika kalmıştır.

Hasretle…




ARŞİV YAZILAR