1 yıl oldu aramızdan ayrılalı...
Kimi yerde 1955 geçer doğumu, kimi yerde 1957, bilmem ki; sormadım tarihini.
Hani vardır: Kimisinde 1 Ocak yazılır, tam olarak şu tarihi bilinmeyen 60 yaş üstü bizim insanımız; ablamız, ağabeyimiz, babamız, anamız, dayımız, teyzemiz, ezcümle büyüklerimiz…
Bazıları karlar erimeye başladığında doğmuştur anasının ifadesiyle, bazıları ise yapraklar yeşerdiğinde, hadi bunlar belli bir mevsim de, ya “Koyunlar yavruladığında” dediğinde analar, nasıl bulunur ki tarihi?
Biz takılmayalım en iyisi! "Kalemin, kâğıdın, takvimin, ajandanın olmadığı zamanlar" diyelim geçelim işte, okuma yazma bilmeyen anne babaların çocukları. Dedim ya: 60 yaş üstü bizim insanımız; ablamız, ağabeyimiz, babamız, anamız, dayımız, teyzemiz, ezcümle büyüklerimiz...
Aslen Antakyalı olan ki, ilginçtir dostlar. Yıllardır bulamadım da mantıklı bir sebebini. Soyadında “Oğlu” takısı çoktur Antakyalıların…
Biz dönelim konumuza:
Aslen Antakyalı olan hukukçu bir baba ile ev hanımı bir annenin en büyük çocuğu olarak doğar, Konya’nın Kadınhanı ilçesinde…
Tanrı tarafından farklı bir duyu, farklı bir bakış açısı sunulması ve dolayısıyla muhteşem üretimler ortaya koymasının ilk eşiği, sanırım altı yaşında bir trafik kazası geçirerek şaşı bakmaya başlamasıydı. Tabi ki o dönem bunun bir Tanrı tarafından sunulan bir ödül olacağını bilmiyordu kendisi...
Sokakta diğer çocukların “Şaşı” diyerek dalga geçmesiyle geçti çocukluğu.
Bir gün bir doktor tek gözünü kapatarak kitap okumasını önerdi. Okuma alışkanlığının temelinin atıldığı o günlerde hiç kimse O’nun bu çabası, hırsı ve özelliği sayesinde hayata farklı bir yönden bakıp ileride muhteşem üretimler yapacağını tahmin edemiyordu.
Bu durum O’nun her zaman başarılı bir öğrenci olmasına katkı sağlayacaktı tabii...
Liseyi Ankara TED Koleji’nde tamamladı. Ardından Hacettepe Üniversitesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı okudu. Aynı zamanda Felsefe Bölümü’nün derslerini de aldı.
Üniversite yıllarında gazeteci veya yazar olmak istiyordu. Fikrini değiştiren ise Londra’da izlediği, Tarkovski'nin “İvan'ın Çocukluğu” adlı filmi oldu.
Bu film ve öncesini anlattım biraz fazla detaya girmeden dostlar. Bu filmi izledi ve sonrasını bir röportajında şöyle anlattı: Hayatımda deprem oldu. Bütün sevdiğim sanat dalları, fotoğrafçılık, heykel, resim, edebiyat, müzik her şey vardı o filmde…
****
“İvan’ın Çocukluğu” filmini izlemesi ve sonrası…
Boşuna “Sonrası” demiyorum dostlar. O kadar ki, o anda okulu bırakmaya ve kendini tamamen sinemaya adamaya karar verdi. Ancak Türkiye’ye döndükten sonra babasının isteği ile okulunu bitirdi.
1977’de çevirmen olarak TRT’ye girdi. Ardından prodüktör yardımcısı oldu ve belgesel yapım ekibine katıldı. Yönetmenliğe ilk olarak burada adım attı. Daha sonra drama bölümüne geçti.
90’lı yılların başında TRT Ankara Televizyonu’nda göreve başladığımda tanıdım O’nu. Hem nasıl tanınmaz ki? Bir efsaneydi TRT Ankara Televizyonu’nda...
Sertti, titiz ve disiplinliydi. Tabi ki, işinin ehliydi…
İlk dönemindeki çalışmaları olan belgesellerin ardından yönetmen olarak ilk uzun metrajlı filmini “Suyun Öte Yanı” adıyla 1991 yılında çekti.
Hani derler ya: Sıkı bir devrimciydi…
Düşüncesini söylemekten çekinmeyen, oldum olası politik kimliğini koruyan ve 1994 yılında Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Yaz Yağmuru” adlı öyküsünü sinemaya uyarladığı çalışması dışında tüm filmlerinde siyasi meselelere değinen bir yurtseverdi aynı zamanda...
Biz TRT’ciler ve sinema ile ilgilenenler çok iyi tanıyordu zaten ama tüm Türkiye tarafından tanınması, 1999 yılında çektiği “Salkım Hanımın Taneleri” ile oldu. 1940’larda gayrimüslimlere getirilen varlık vergisini konu alan film, Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ‘En İyi Film’ ödülüne uzandı.
Dokuz yıllık aranın ardından 2008’de tamamladığı ve “Kendime en uzak hissettiğim filmim” dediği “Güz Sancısı”nda ise bu kez 6-7 Eylül olaylarını beyazperdeye aktardı.
*****
2002 yılında TRT’den emekli oldu. Emekliliğin ardından özel televizyonlar için dizi film projeleri üretmeye başladı.
Türk halkını aynı filmlerindeki gibi, birçoğunda siyasi bir yaraya veya ötekileştirme sorununa değindiği ‘dönem dizileri’ ile tanıştırdı.
Dizilerin kiminde yapımcı kiminde ise proje tasarımcısı olarak görev aldı. Bunlardan ilki “Kurşun Yarası” adlı yapımdı.
Onu “Çemberimde Gül Oya”, “Ihlamurlar Altında”, “Hatırla Sevgili”, “Karayılan”, “Asi”, “Gönülçelen”, “Kasaba”, “Bu Kalp Seni Unutur mu?” ve “Her Şeye Rağmen” gibi yapımlar izledi.
12 Eylül döneminde geçen ve Diyarbakır cezaevinde yaşanan işkence sahnelerinin yer aldığı son bölümleri yayınlanmadan, ekonomik nedenlerle kaldırılan “Bu Kalp Seni Unutur mu?” dizisi için basına verdiği demeçlerde ‘çok üzgün’ olduğunu belirterek, “Muhakkak bizim de hatalarımız olmuştur. İlk bölümlerini seyreden ve sert bulanlar oldu. Hatta o dönemde işkence gören arkadaşlarım bu işkence sahnelerini seyretmek istemediklerini, ağır geldiğini söyledi. Çok değerli, çok cesur bir projeydi. Diyarbakır cezaevinde yaşananlara bakmadan bugünün Türkiye’sini anlayamayız. Son iki bölümü yayınlayamadık. Çok üzüldüm ve hasta oldum” demişti.
Aynı dönemde kanser olduğu haberleri gelmeye başlamıştı bile…
Evet, kanserdi...
*****
Proje danışmanlığını yaptığı son dizisi “Kayıp Şehir”de, Karadeniz’den göç etmiş bir ailenin yaşamını merkeze koyarak hayat kadınlarından, göçmenlere ve eşcinsellere kadar birçok ‘ötekiye’ değinerek fark yarattı.
Hayatı, yarattığı farklar üzerine kuruluydu zaten...
Evet, bildiniz dostlar. Adını vermedim henüz ama bildiniz. Geçtiğimiz yıl bugün kaybettik O’nu. 23 Eylül 2024’te, İstanbul’da…
Öldüğü gün beni sabahın dördünde yazmaya iten de O’nun sıra dışı, üretimlerle dolu ve her dem dik duruşuyla fark yaratan hikâyesiydi.
Bir Tomris Giritlioğlu geçti bu dünyadan…
Meslek ve yaşam büyüğüm(dü)...
Yapımcı, prodüktör, televizyoncu, senarist, proje tasarımcısı, yönetmen ve İNSAN…
Antakya Asri Mezarlığı’nda yatar şimdi, ebedi istirahatgahında.
Anısına, duruşuna saygıyla…