Baha Sadık Akıner

Baha Sadık Akıner

Karanlık yıllardı...


Siz; evet, siz! Ben, sen, O. Biz, siz, onlar...

Lütfen üstünüze alınınız; vatanını seven, sıradan, herhangi birimiz...

10 yılda bir darbe yapılan ülkemin, 10 yılda bir hayatı karartılan; insanları, çocukları, gençleri, beşikte bebeleri: Sözüm size...

Bize, onlara, hepimize...

Herkesin mi vardır, bilemem; bir zaman aralığı, karanlık çocukluk anıları? Bizim kuşağın da dokuz yüzün, seksenli yıllarının başı...

Önü çocukluk, arkası gençlik olan, bizim kuşağın karartması; önüyle - arkasıyla, tam tamına 45 yıl önce bugüne, 12 Eylül 1980'e dayanır.

8-9 yaşlarında bir çocuğun bile anlayabileceği; büyüklerin tedirgin, korkak bakışları - davranışları, gençlerde kavganın - gürültünün hâkim olduğu, çocukların masum oyunlarına yansıyan, kayıp - karanlık yıllar...

Aslında, o kadar çok ki anlatılacaklar!

Düşünce özgürlüğü kısıtlananlar,

Gözaltılar,

İşkenceler,

İdamlar,

Yaşam hakkı alınanlar,

Kurunun yanında yaşlar,

Masumlar...

Tedirgin - korkak, kavgalı - gürültülü, oyunlarımızın eksik bırakıldığı, çocukluk hayâllerimizin alındığı, çabucak büyüdüğümüz, yaşamdan eksik zamanlar...

Olmasın artık ülkemde, ülkemizde; demokrasi tezgâhlarında eksiğinden bozdurulan adına "darbe" denilen, kısıtlamalar, kavgalar, karanlıklar...

Gelsin artık ve hep ve hep barış ve hep ve hep, aydınlıklar...

*****

Dedim ya: 12 Eylül 1980...

45 yıl önce, Perşembe'yi Cuma'ya bağlayan bu gece; sabah saatlerine yakın 03.59'da, TRT Türkiye Radyoları her zaman olduğu gibi İstiklal Marşı'nın çalınmasıyla birlikte yayına geçti.

Bu sefer farklı bir durum vardı ama...

Açılış anonsu yapılmadan Harbiye Marşı yayına verildi. Marşın bitiminde Genelkurmay ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Kenan Evren imzasıyla yayınlanan Milli Güvenlik Konseyi'nin bir numaralı bildirisi okunmaya başlandı. Bu bildiriyi 5 bildiri daha izledi.

Türkiye; yine, yeniden bir darbeye uyanmıştı.

Ve "Bir soldan, bir sağdan" diyerek cuntacı askerlerin karar verdiği idamlar...

İlkine; soldan, 9 Ekim 1980'de Necdet Adalı'nın katliyle başladılar. Ardından, sağdan Mustafa Pehlivanoğlu...

"Önce Necdet'i astılar" dedim ya; Necdet Adalı, bir kahvehanenin taranması olayına karıştığı gerekçesiyle 1977 yılında hapishaneye atıldı.

Bu olaydan kısa bir süre sonra yakalandı ve kahvehanenin taranmasından sorumlu tutuldu. İdam talebiyle yargılanmaya başlandı. Dava devam ederken 12 Eylül darbesi gerçekleşti. Bu defa Adalı'nın davası askeri mahkemede görülmeye başlandı.

Adalı cezaevinde bulunduğu sırada gerçekleştirilen bir firar eylemine 'nasıl olsa suçsuzluğunun anlaşılacağını' düşünerek katılmadı. Kendisini yargılayan mahkeme başkanı Albay Hamdi Sevinç'in Adalı'nın suçsuz olduğunu ileri sürmesine karşın, mahkeme heyeti tarafından suçlu bulundu. Karara şerh koyan Sevinç bu tutumu nedeniyle ceza aldı ve daha sonra ordudan istifa etti.

Adalı 9 Ekim 1980 tarihinde, Ulucanlar Cezaevi'nde asılarak idam edildi. Bu infaz, 12 Eylül’ün ilk idamıydı...

*****

Çocuksu, saf, kötülük bilmez-tertemiz, henüz kirlenmeyen beyaz hayâllerimin arasındaki duygularımla; anne-babamın ve çevremde gördüğüm tüm kocaman kocaman insanların çehrelerine kalıcı olarak yansıyan korku dolu, endişeli yüz ifadelerine kadar hatırlıyorum o yitik zamanı...

Unutmam, unutmamız mümkün mü? Dedim ya: Karanlık yıllardı...




ARŞİV YAZILAR