Baha Sadık Akıner

Baha Sadık Akıner

"Öykümüz Kurtuluş Savaşı yıllarında başlar."


 

Böyle başlıyor Ahmet Taner Kışlalı'nın Cumhuriyet gazetesindeki 15 Kasım 1992 tarihli köşe yazısı...

"Kahramanımızın babası, Paris-İstanbul arasında trenle mekik dokuyan genç bir Türk işadamı. Macaristan'da genç bir bayanla tanışır. Evlenme teklif eder ve evlenirler. İzmirli işadamı, olayı ailesine açamaz. Macaristan'da bir kızları olur. 1921 yılında doğan kızlarına Nermin adını verirler."

*****

Ahmet Taner Kışlalı'nın bahsettiği kahraman, 

1859'da kurulan Mülkiye'nin (Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi) ilk kadın asistanı, ilk kadın doçenti ve ilk kadın profesörü,

Türkiye’nin ilk kadın siyaset bilimcisi, 

Yine Türkiye'nin ilk kadın gazetecilerinden ve senatörlerinden biri, 

Basın Yayın Yüksek Okulu’nun ilk kadın müdürü, 

Türkiye'de iletişim bilimlerinin oluşumuna katkı veren öncü isimlerden,

"Public Opinion" sözcüğünün Türkçe karşılığı olan "Kamuoyu" sözcüğünü Türkçeye kazandıran,

"Public Relations" teriminin Türkçe karşılığı olan "Halkla Münasebetler" (sonra "Halkla İlişkiler" olmuştur) sözcüğünü literatürde ilk kez kullanan,

Kadın hakları, göç, uluslararası ilişkiler alanlarının öncü kadın gücü, 

15 yaşında Türkçe bilmeksizin Türkiye’ye gelen, 

Evsiz, barksız, sahipsiz bir gençlik geçiren,

Dilini, milletini, yurdunu, okulunu, mesleğini, eşini seçen,

Kaderini azimle, mücadele içinde ve çelik iradesi ile değiştiren,

Atatürk Cumhuriyeti’nin ölümsüz neferi, 

Ünlü mimar Mustafa Kemal Abadan’ın sevgili annesi ve on binlerce öğrencinin ilham ateşi;

2015 Çağdaş Yaşam Cumhuriyet Ödülü sahibi yazar, hukukçu, sosyolog, siyaset ve iletişim bilimci Prof. Dr. Nermin Abadan Unat...

Dün uğurladık sonsuzluğa. Akşam saatlerinde, evinde, çok sevdiği İstanbul'da...

*****

Gelin, Nermin Abadan Unat'ın 2021 yılında, tam da 100 yaşında verdiği röportajına bakalım...

Macaristan'dan Türkiye'ye nasıl geldiğine:

"Benim ana dilim Almanca. Sonra Fransızca ve İngilizce öğrendim. Annem kumarbaz bir kadın. 1935 yılında, 14 yaşımdayken babam öldü. Babam ölünce annem bütün paramızı kumarda kaybetti ve maddi olarak beni okutamayacak hâle geldi. Bir gün bana dedi ki, 'Ben artık seni okula gönderemem. Steno öğren, daktilo öğren hayatını kazan.'

O sırada Türkiye’de kurulan Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki gelişmeleri de yabancı gazetelerden takip etmeye çalışıyorum. Kendi dilimden değil de yabancı dillerden... Okuduklarımdan görüyordum ki; Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bütün o yenilen ülkeler, başı öne eğik yenik ülkelere dönüştüler. Fakat Türkiye farklıydı. Bir tek Türkiye, cumhuriyet kurdu. Yalnızca cumhuriyet kurmakla kalmadı, bununla beraber bir sürü kurum da kurdu. En önemlisi ise Türkiye’de erkek kız farkı gözetmeksizin herkes için parasız eğitim getirileceğini öğrendim. Bunu duyduktan sonra Türkiye artık benim için bir cennetti. Ben okumak istiyordum ve bu sebeple her şeyi göze aldım. Türkiye’ye gidebilmek, orada eğitim görebilmek için hiç düşünmeden her şeyimi bıraktım. O kararı gözü kapalı verdim anlayacağınız...

Türkiye’ye gidebilmek için önce büyükelçiye gittim; derdimi anlattım. Büyükelçi beni anlayışla karşıladı. Türkiye’ye gidebilmem için bir bilet ve bir kimlik verdi. Düşünün ben daha 14-15 yaşındaydım o zaman. Kararımı verip 5 Kasım 1936 tarihinde Budapeşte’den Türkiye’ye hareket ettim. Tam o sırada Rus işgali oldu ve bir daha görmedim annemi. Ablamı da 20 sene sonra ancak görebildim. Yine de hiçbir zaman asla bu kararımdan pişman olmadım. Hatta her zaman iftihar ediyorum.

Türkiye Cumhuriyeti kendi dilini bilmeyenlere de ışık tuttu; bu çok önemli. Türkiye Cumhuriyeti, 1920’lerden sonra ışık tutan bir ülkeydi Avrupa için. Evet biz de diğerleriyle beraber yenildik savaşta; ama onlar gibi her şeyi kaybedip başı öne eğilmiş bir ülke olmadık. İyi ki geldim Türkiye’ye ve iyi ki öğrenci olabildim. Ben her şeyimi Türkiye’deki cumhuriyeti kuranlara borçluyum. Atatürk’e, İsmet Paşa’ya, o dönemin yöneticilerine borçluyum. Onlar bir kuşak... O kuşak umut verdi benim gibi gençlere, Türkçe bilmeyenlere. Asıl mühim olan o." 

*****

Kendi hikâyesiyle birlikte aynı zamanda Cumhuriyet'in ilk yıllarına da tanıklığını anlatmaya devam ediyor Nermin Abadan Unat: 

"Cumhuriyet kurulduktan sonra herkesin aklında neler yapabileceği vardı. Herkes 'Nasıl katkıda bulunurum ben bu Cumhuriyet’e?' diye düşünür, bunu konuşurdu. Benim için de bu yol, dersler vermek oldu. Okula girdim, Türkiye’de dersler verdim. Almanca ders verdim ve Türkçe dersler alarak Türkçe öğrendim. Zamanla arkadaşlarım oldu, Türkiye’de bir çevre edindim. Bizim her zaman önceliğimiz Cumhuriyet’ti. Bir araya gelip 'Ne yapalım, nasıl yapalım da Cumhuriyet’i daha ileri götürelim?' diye kafa yorardık. Asıl derdimiz buydu.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında herkes geleceğe ve ülkesine dair bir şeyler ümit ediyordu ve bunlar oluyordu da çoğunlukla... Mesela öncesinde bir Sümerbank yoktu; ama Sümerbank açılınca bizler 3 liraya basma alabilecek hâle geldik. O basmayı alıp kendimize elbise yaptığımızda artık fevkalade şık olabiliyorduk. Ya da şeker… Şeker yoktu ve biz şeker yerine kuru üzüm yiyorduk. Sonra şeker fabrikası kuruldu Eskişehir’de. Şeker aldık, çayı şekerle içtik. Küçük şeylerle mutlu olduk. 

Cumhuriyet’in ilk yılları ümit yıllarıydı bizim için ve biz bu küçük şeyler için ümit edip o şeyler için mücadele ediyorduk."

*****

"Öykümüz Kurtuluş Savaşı yıllarında başlar." cümlesiyle başladı ya Ahmet Taner Kışlalı'nın Cumhuriyet gazetesindeki 15 Kasım 1992 tarihli köşe yazısı ve yazım. Yazımın sonlarına doğru yine Ahmet Taner Kışlalı'yı okumaya devam edelim dilerseniz:

"Öykü uzun...

Uluslararası toplantılarda hep Türkiye'yi, Türk kadınını, Mustafa Kemal'i savundu kahramanımız Nermin Abadan Unat...

Bir oğlu oldu, adını da Mustafa Kemal koydu.

Prof. Dr. Nermin Abadan Unat, Siyasal Bilgiler Fakültesi'ndeki son dersini 1988 yılında verirken aralarında benim de bulunduğum bir grup eski öğrencisi de sınıftaydı. Kimisi profesör, kimisi doçent, kimisi çiçeği burnunda araştırma görevlisi. Deniz Baykal da sonradan yetişmişti.

Son dersin sonunda, nefes bile almaya korkarak dinlediğimiz yaşam öyküsünü anlattı bize...

Ve sözlerini şöyle noktaladı: Ben yurdumu kendi irademle seçtim. Mustafa Kemal olmasaydı, belki ben de olmazdım."

*****

Ya Mustafa Kemal olmasaydı dostlar? Ya olmasaydı? Hiç düşündünüz mü? Ben binlerce kez sordum bunu kendime, binlerce kez; on binlerce, yüz binlerce, eminim sonsuza kadar yaşayacağımıza inandığımız yurdumda...

Mustafa Kemal Atatürk'e, akıl ve silah arkadaşlarına, insanlığa, yaşama, yurdumuza katkı sunan tüm güzel insanlara, Prof. Dr. Nermin Abadan Unat'a saygıyla...




ARŞİV YAZILAR