10 yıl önce bugün ayrıldı aramızdan. Süleyman Seba...
Şehirlerin futbol takımları vardır. Şehrin insanlarını, kitlelerini peşinden sürükleyen; gurur duydukları, öncelikle futbol takımları.
Ben de bir İzmir – Tireli olarak öncelikle Tirespor’u tutarım. Ne kadar başarılı olursa olsun kendi çapında, varlığıyla gurur duyarım. Sonra bir İzmirli olarak alternatiflerim çoktur (İzmirspor, Altay, Karşıyaka, Göztepe, Altınordu) ama hep kendimi Altay’a biraz daha yakın hissederim, bulundukları platformda o takımı desteklerim.
Sonrasında da üç büyük takımın (Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş) başını çektiği ve Trabzonspor’la devam eden 'sebebi belirsiz' bir taraftarlık, gönül yakınlığı…
Üç ya da dört büyük tabir ettiğimiz takımlardan duruşu ve marşları nedeniyle Fenerliyim... Bunu da hep yapmak istediğim, yaptığım gibi Şiir’le şöyle tarif ederim:
“Göklere tutkum var benim,
En sevdiğim renk mavi.
Bitmeyen umudum her daim...
Marşlarından dolayı Fenerliyim...
Atatürk'süz,
Vatan'sız,
Sevgi'siz,
Şiir'siz yapamam...
Nâzım'ın Piraye'sinin sevdasına,
Turgut Uyar'ın aşkı tarifine,
Mehmet Akif Ersoy'un yurt sevgisine,
Neşet Ertaş'ın tezenesine hayranım...
Yobazın karanlığının,
Türk'ün varlığına kastedenlerin silahının,
Paranın padişahlığının;
Bir gün son bulacağına inanırım...”
*****
Fenerbahçeli, Galatasaraylı, Beşiktaşlı, Trabzonsporlu, Konyasporlu, Altaylı, Bursasporlu, örnekleri çoğaltabiliriz elbette; hangi takıma gönül verdiysek verelim, şehir ya da büyüklerden, hangi takımı tuttuysak tutalım, bir gerçek var belki farkında olduğumuz belki olamadığımız.
Bahsedeceğim konu da tam bu dostlar.
Ve bugünkü konuğumuz da...
*****
10 yıl önce bugün ayrıldı aramızdan. Süleyman Seba...
“Fenerbahçeliyim ama… Galatasaraylıyım ama… Beşiktaşlıyım ama… Trabzonsporluyum ama… Konyasporluyum ama… Altaylıyım ama… Bursasporluyum ama…” ile başlar cümlelerimiz; bir ikinci sevdamızı eklemek isteriz hemen ardına. Yani aslında nice takım taraftarının takımını söylemesiyle başlar sözler. Sonra...
Sonra mı? Taraflı tarafsız, kesinlikle ve kesinlikle Süleyman Seba ile biter…
Bu, tam da ölüm yıl dönümünde bir koca yürekli insanı anma yazısıdır dostlar…
Bu, duruşuyla, insanlığıyla, dürüstlüğüyle tartışmasız herkesin ama herkesin gönlünde taht sahibi olan Süleyman Seba’yı anma, anlama, hatırlama, hatırlatma yazısıdır aynı zamanda…
Bu kadar kötüyken her şey ve kötüler kötülüklerini yapma konusunda bu kadar mahirken, bu kadar bencilliğimizde boğulurken hep birlikte; bir yürek insanını örnek alarak titreyip kendimize gelme ve birbirimize saygı duyma, paylaşma amaçlı bir çaba bir bakıma...
*****
Süleyman Seba ki; hep başarı ve en önde olmanın doyumsuzluğunu, “Şerefli ikincilik” sözüyle ‘şeref’in her zaman daha önemli olduğunu bu coğrafya insanına anlatan ve kabul ettiren yüce gönüllü insan…
Süleyman Seba denince aklımıza gelen ilk sıfat “Beşiktaş’ın efsane başkanı” olsa da O’nun Beşiktaş sevgisinin çok küçük yaşlarda başladığını bilmeyen yok gibi…
Gençlik döneminde çok sevdiği siyah-beyazlı formayı sırtına geçirerek çocukluk hayalini gerçekleştirmeyi de başaran Seba, 1946’da başladığı futbolculuk kariyerinde İstanbul Ligi şampiyonluklarının yanı sıra İnönü Stadı’nın açılışında İsveç’in A.I.K takımına attığı golle de kulüp tarihine saha içi imzasını kondurdu...
Milli takımda devamlı yer alan bir yıldız olmasa da özellikle İstanbul futbolunun dikkat çeken gençlerinden biriydi.
*****
Dilerseniz, kendi ağzından dinleyelim hayat hikâyesini:
“1926’da Adapazarı’nda doğdum. Ben 3 yaşımdayken ailem İstanbul’a gelip, yerleşmiş.”
Dinleyelim dedim ama bu röportajı gerçekleştirdiğinde de, hayatının her ânında da hemen konuyu futbola ve dolayısıyla Beşiktaş’a getirir Seba…
Biz Süleyman Seba’yı dinlemeye devam edelim:
“İlk mektepte iken bütün arkadaşlarım ufak topla çift kale oynarlardı. Başka spora nedense pek rağbet yoktu. Mahalleye gelsek orada da aynı sporla karşılaşırdık. Gayet tabii ben de onlara uymak mecburiyetinde idim ve böylece futbol beni sardıkça sardı. Tüm mahalle Beşiktaşlıydık… Boş vakit bulduk mu hemen, Akaretlerdeki sahaya giderek çift kale kurup oynardık. Ortaokulu bitirinceye kadar bu böyle devam etti.”
*****
Liseyi Kabataş Erkek Lisesi’nde tamamlar.
Araya bir cümleyle girdim ama biz yine dönelim kendi hayatını kendi anlatımıyla Süleyman Seba’ya:
“Kabataş’ta bir hocam vardı. Hamdi Bey… Futbola ilgiliydi. Benim oyunumu görmüş beğenmiş. Evvela mektep takımına, bilahare de Beşiktaş kulübüne aldırdı. Zannediyorum, yıl 1944’tü.”
O yıl Beşiktaş’ın genç takımı şampiyon oldu dostlar. Ve bu şampiyonlukta Süleyman’ın etkisi de bir hayli fazlaydı.
Süleyman Seba devam ediyor:
“Bir sene genç takımda oynadıktan sonra birinci takıma geçtim. O tarihten sonra takımda yerleştim kaldım. Futboldan başka, voleybol ve basketbolu da çok severim. Yazın da en büyük eğlencem denizdir.”
*****
Süleyman Rıza Seba…
5 Nisan 1926’da, Sakarya’nın Hendek ilçesinde doğdu. Abhaz asıllı bir Türk ve hepimizin bildiği gibi bir MİT mensubuydu.
Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nün 1984 ile 2000 yılları arasında kesintisiz başkanlığını yaptı. Türk insanı da O’nu tanıdıkça yüreğinin tacı…
Hakkı Yeten ile birlikte Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nün iki onursal başkanından biridir.
İlkokulu Sakarya'da okuduktan sonra liseyi okumak için İstanbul'a geldi. Bir süre Galatasaray Lisesi'nde okuduktan sonra Beşiktaş semtindeki çoğu yakın arkadaşının da öğrencisi olduğu Kabataş Erkek Lisesi'ne geçti.
O yıllarda Kabataş Erkek Lisesi, Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nün genç takımları için önemli bir kaynaktı. Mezun olduğu Kabataş Erkek Lisesi'nin futbol takımında futbola başladı. Lisedeki ilk yıllarında Beşiktaş Genç Takımı'na girdi. Beşiktaş'ta oynadığı sırada Mimar Sinan Üniversitesi Fransız Filolojisine başlamasına rağmen eğitimine devam etmedi.
*****
Süleyman Seba, 1946'da Refik Osman Top döneminde Beşiktaş A takımına yükseldi. 1946-47 sezonunda ilk İstanbul Ligi maçına sezonun ilk maçı olan Fenerbahçe derbisiyle çıktı. 4-3 yenildikleri maçta bir gol kaydetti. İlk sezonunda 9 maçta 6 gol atmıştı. O sezon Milli Küme'de şampiyonluk yaşayarak kariyerinin ilk şampiyonluğunu kazandı.
1947-48 sezonu Seba'nın geçirdiği en etkili sezondu. Sezona Başbakanlık Kupası'yla başlasalar da Seba o maçta forma şansı bulamamıştı. İstanbul Ligi'nde 14 maçta 8 gol atıp, takımının en golcü ikinci ismiydi. Ancak İstanbul ikincisi olmuşlardı.
1947 yılında BJK İnönü Stadyumu'nun açılışı sebebiyle Beşiktaş ile İsveç'in AIK takımı yapılan maçta bu stattaki ilk golü atarak tarihe geçti. 1950'de Beşiktaş'ın ABD turnesinde de yer aldı.
1949-50 sezonunda kariyerinin ilk İstanbul Ligi şampiyonluğunu kazandı. 14 maçın hepsinde forma giyen Seba, bir gol atmıştı. Bu sezondan sonra 1950-51 ve İstanbul Profesyonel Ligi adına geçiş yapılan 1951-52 sezonunda da forma şansı buldu. Ancak 1951-52 sezonunda sakatlığı nedeniyle sadece 3 maç forma giyebilmişti. 1952-53 sezonunda da 9 maçta forma giyip 2 gol kaydetti. 1954'te 28 yaşındayken menisküs sebebiyle futbolu bıraktı.
1957 yılında Beşiktaş'a üye oldu. Altı sene sonra 1963'te ilk kez yönetim kurulunda yer aldı. Bundan sonra çeşitli dönemlerde aralıklarla kulüpte yöneticilik yaptı. 1984 yılında çok zor bir dönemde Mehmet Üstünkaya'dan yönetimi devraldığı başkanlık görevini 2000 yılına kadar devam ettirdi.
16 yıl süren Başkanlığı boyunca 8 kongrede rakiplerine sürekli üstünlük sağladı.
*****
10 yıldan bu yana Fenerbahçe’nin şampiyon ol(a)mamasını en başta küçük oğlum Efe olmak üzere eleştirdi çevremdeki dostlar. Sanırım Türkiye, Süleyman Seba’nın önderlik ettiği bir anlayışı, duruşu, dürüstlüğü, başarı kriterlerini, ilkeyi unuttu. Şerefli ikincilik…
Bu söz üzerine çok şeyler söylenebilir elbette. Hem sosyolojik açıdan hem de ülke gerçekliği açısından. Benim diyebileceğim şu bir Fenerbahçeli olarak: Şampiyon olan takımları tebrik ediyorum 10 yıldır ve Fenerbahçe’nin şampiyon olamadığı yıllarda hep başarılı olduğunu, çoğu kez ikinci olduğunu ve takım olarak şerefi, haysiyeti, onurlu olmayı ilke edindiğini düşünüyorum her şeye rağmen.
Hoş görün lütfen. Altyazıya reklam aldım ya, fırsat bulmuşken düşüncelerimi aktardım; gelelim aslı konumuza, konuğumuza, Süleyman Seba’ya…
*****
Sürdürülebilir bir başarıyı ve istikrarı hedef koydu kendine ve takımına hep Süleyman Seba…
Başkan olduğu 16 sezonun beşinde Beşiktaş futbol takımı şampiyon oldu, sekizinde ise ikinci...
1992-93 sezonunun sonunda Galatasaray'ın Ankaragücü takımını 8-0 yenerek averajla şampiyon olması üzerine, Süleyman Seba, "Şerefli ikincilik" terimini literatüre sokar. Dün gibi aklımda Zalad’ın yediği goller. Bilenler bilir, hatırlayanlar iyi hatırlar…
*****
Sportif başarılar dışında 1980'lerin başında maddi yönden son derece sıkıntılı olan kulübü, yönetimi boyunca tesis zengini ve maddi açıdan zengin bir kulüp haline getirdi.
Seba döneminde Akaretler'deki BJK Plaza, Fulya Stadı ve Kamp Tesisleri Yeşilköy, Pendik ve Çilekli Tesisleri, BJK Koleji yapılırken, BJK İnönü Stadyumu da, 1998'de 49 yıllığına Beşiktaş'a devredildi.
Beşiktaş'a büyük hizmetlerde bulunan Süleyman Seba, 1999-2000 sezonunda futbol takımının gösterdiği kötü performans sonucu tribün ve muhalefetin tepkisini çekmesi üzerine 2000 yılı Mart ayındaki kongrede aday olmamış ve yerine Serdar Bilgili seçilmiştir. Bu kongrede kongre üyeleri oy birliği ile Hakkı Yeten'den sonra Beşiktaş'ın ikinci onursal başkanı olarak Süleymen Seba'yı seçmiştir. Seba'nın son sezonunda futbol takımı ligi ikinci sırada bitirmiştir.
Başkanlığı bıraktığı 2000 yılında anısına Akaretler ile Maçka semtleri arasında uzanan “Spor Caddesi”nin adı “Süleyman Seba Caddesi” olarak değiştirildi. Süleyman Seba, spor yaşamının dışında Milli İstihbarat Teşkilatı İstanbul Bölge Müdürlüğünde görev yaptı.
Yine bir Ağustos zemherisinde, 10 yıl önce bugün, ortalık yanıp kavrulurken aynı şimdiki gibi, 13 Ağustos 2014’de, İstanbul’da, Koç Vakfı Amerikan Hastanesi’nde, hastane yöneticileri hastane kapısında çıkıp “Kalın bağırsak kanseri” dediler sebebine…
Bu da hekimliğin en zor anları sanırım. Hiç öyle denir mi doktor beyler? Hiç ölür mü bu dünyada dokunduğu yeri yeşerten, çiçeklendiren kocaman yürekler?
Hâlâ yaşıyor ve sonsuza kadar yaşayacak yüreğimizde. Saygı, Sevgi, özlem ve minnetle…