Baha Sadık Akıner

Baha Sadık Akıner

FİKRET HAKAN (23 Nisan 1934-11 Temmuz 2017)


Bir bahar sabahı, güzel şehir Balıkesir’de, Edebiyat öğretmeni Gaffar Bey’den oldu da, Başhemşire Fatma Belkıs’tan doğdu Çıtanaklardan Bumin Gaffar…

23 Nisan 1934’ü gösteriyordu takvimde yapraklar. Gün, Fikret Hakan; gün, Bumin Gaffar Çıtanak dostlar.

Dedim ya: Bumin Gaffar Çıtanak’tı asıl adı ve günlerden Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’ydı. Yüce Meclisimiz 14 yaşındaydı. Yüce ATATÜRK; bu coşkuyu, bu sevinci, bu bayramı çocuklara adamıştı sonsuza kadar…

Mertti, dürüsttü Bumin. Henüz çocuk yaşlarında bu karakter hemen üzerine oturdu.

Sağlamdı hayata karşı, çalışkandı. Hayata karşı hep kendi şansını kendi yarattı, kendi doğruları ile yaşadı.

Sonucunda; 250’yi bulan tiyatro, film ve dizi oyunculuğu, 10’u bulan yapımcı, senarist, yönetmenliği, 3 plâğı, 6 kitabı, 10’larca ödülü bulunan bu muhteşem kariyerine, basamak basamak, çalışarak ve kararlı adımlarla tırmandı.

Verilen her görevin, yarattığı ve şekillendirdiği her işin üstesinden layıkıyla kalktı.

*****

Bumin Gaffar henüz okul hayatına başlamadan, babası Gaffar Bey, Balıkesir’den İstanbul’a, Galatasaray Lisesi’ne atandı. Ailecek İstanbul’a taşındılar.

İlk ve ortaokul derken lisede, Taksim Lisesi’nde okurken gazeteciliğe merak sardı.

Araştırmayı ve yazmayı seviyordu.

Mithat Perin’in sahibi olduğu İstanbul Ekspres Gazetesi’nde işe girdi. Hem okuyup hem çalışıyordu.

Abdi İpekçi, Halit Kıvanç çalışma arkadaşlarıydı.

Ancak erken yaşta kazandığı para, O’na tatlı gelmeye başlamıştı. Giderek okuldan daha da uzaklaştı. Ve sonunda, 16 yaşında liseyi bitiremeden okulundan ayrıldı.

Tiyatroya karşı da ilgisi vardı.

Okulundan ayrılır ayrılmaz; henüz 16 yaşında, ilk oyunuyla sahneye çıktığında, yeni ismini de kendi belirlemişti Bumin: Fikret Hakan…

Oyun bir operetti. Ses Tiyatrosu’nda sahneleniyordu. “Üç Güvercin” adlı operette, bir palyaçoyu canlandırıyordu.

Erken yaşta gazeteci olarak başladığı mesleki yaşamı tiyatro ile devam etmiş ve ardından sinema gelmişti. Sonralarda verdiği bir röportajında bu durumdan şöyle bahsedecekti: Hayatımda üç sıçrayış yaptım. Babıali (Gazetecilik), Pera (Tiyatro) ve sinema...

Kendi ifadesiyle üçüncü sıçrayışını sinema için yapmıştı Fikret Hakan…

1953’te “Köprüaltı Çocukları”, ilk sinema filmiydi.

Ardından; “Beyaz Mendil”, “Gelinin Muradı”, “Dokuz Dağın Efesi” ve “Üç Arkadaş” filmlerinde oynadı. Sinemada da aranan bir yüz olacağını kanıtlamıştı artık.

Para kazanmaya başladıkça yaşam şeklini ve anlayışını da değiştirdi. Artık gece hayatı yaşamının bir parçası olmuştu ve sosyetenin kadınları da giderek ünlenen bu gencin etrafında dolanıyordu.

*****

1958’de askere gitti.

1960’da asker dönüşü oynadığı; “Yılanların Öcü" ve "Karanlıkta Uyananlar” adlı filmlerinden sonra, artık neredeyse tanımayan - bilmeyen kalmamıştı Fikret Hakan’ı…

Yoğun bir temponun içine girmişti. Yılda, ortalama 20 film çekmeye başlamıştı. Ancak yazma yeteneğinden gittikçe uzaklaşıyordu. “Değil yazmak, uyumaya bile zaman bulamıyordum…” şeklinde açıklayacaktı yıllar sonra bu günlerini.

Artık Fikret Hakan’ın yönü daha çok sinemaya dönmüştü.

Ünlüydü. Ve kadınlarla da arası iyiydi. Kadınlarla birçok evlilikler yapacak ve nihayetinde Yeşilçam’ın en çok evlenen aktörü olarak anılacaktı.

*****

İlk evliliğini, ilk çocuğu olan Elif’in annesi Neşecan ile yapması beklenirken; çevresindeki herkesi ters köşeye yatırarak, Valikonağı Caddesi’ndeki evinde gerçekleşen yıldırım nikâhıyla Lale Sarı ile yaptı.

Bu ilk evliliği, 1 yıl bile sürmeden sona erdi.

1963’te, ikinci evliliğini kendi gibi ünlü bir isimle yaptı: Semiramis Pekkan…

İki ünlünün evliliğiydi yaşanan ve sadece 66 gün sürebildi. Üstelik yine gözlerden uzak bir nikâhtı. Hoş dördüncü evliliği dışında hepsini bu şekilde gerçekleştirdi.

Nihayetinde üçüncü evliliğini, kızı Elif’in annesi Neşecan’la yaptı. Yine Valikonağı Caddesi’ndeki evinde, yine iki şahit eşliğinde ve yine gözlerden uzak bir yıldırım nikâhıyla…

Ve yine 1 yıl geçmeden boşanarak…

Veee 1971 yılında gerçekleştirdiği, o meşhur 4. evliliği…

Dedim ya: İlk defa gözlerden uzak bir evlilik değildi bu. Dönemin ünlü pop yıldızı Hümeyra ile olan evliliği…

Davetliler kalabalıktı, şaşaalıydı. Ama o da çok kısa sürdü. Sadece 1 ay evli kalabildiler.

Yıllar sonra bir itiraf şeklinde; Feyzan Ersinan’ın, Yeşilçam’ın 6 jönünün unutamadıklarını anlattığı “Asla Unutmadım” adlı kitabında yazdı bu aşkı Fikret Hakan…

Öyle bir yol bulmuştu. Her acı çeken ve çektiği acıyı yazıya döken bir yazar gibi öyle anlatacaktı içindeki pişmanlığı: 

“Hümeyra ile öyle tutkulu bir aşk yaşamıştık ki, bir daha da öyle tutkulu bir şey yaşamadım. O büyük aşkta kıskançlıktan katil bile olabilirdim. Bu nedenle Hümeyra'ya şiddet uyguladım. Attığım o yumruğu ben de unut(a)madım, o da unutmadı. Yıllardır bunun pişmanlığını yaşıyorum. Ömrümün sonuna kadar da yaşayacağım.

Hatalıydım… 

Hümeyra güzel bir kadın değildi. Ama güzelliğin çok ötesindeydi. Karizmatikti, beni çok derinden etkiledi. Şimdi bu yazdıklarımı okuyunca havaya girecek. Yine asılıyor mu diye düşünecek. Bana hâlâ kızgın olduğunu biliyorum. Öfke duyduğunu da... Hümeyra hâlâ çok güzel…”

Hümeyra ile yaptığı ve sadece 1 ay süren evliliğinden sonra uzun bir süre evlilik yapmadı Fikret Hakan…

Ta ki; 18 yıl sonra; 1989’da gerçekleştirdiği, Fatma Zeynep Mirgün ile beşinci evliliğine kadar. Bu evlilik de 2 yıl sürdü ve Fikret Hakan’ın son evliliğiydi.

*****

1975’te; Yeşilçam’da, toplamda 5 yıl sürecek seks filmleri furyası başladı. Fikret Hakan bu durumu reddetti. Valikonağı Caddesi’ndeki evini satıp, Marmaris’e yerleşti.

Burada geçimini teknecilikle sağladı ve bu garip dönemin bitişiyle, 1980’de sinemaya geri döndü. Artık yeniden setlerdeydi ve oyuncu arkadaşları ile bir aradaydı. Sonrasında, sayısız başarılar ve projelerle geçti yaşamı Usta’nın…

Yine o Feyzan Ersinan’ın “Asla Unutmadım” kitabında Çolpan İlhan ile yaşadığı ilişkiyi ve ilginç sonucunu da şöyle anlatacaktı: Çolpan İlhan'la nişanlıydık. Askere giderken; Baylan Pastanesi'nin önünde Çolpan'ı, Sadri Alışık'a emanet ettim. Sivas'ta askerliğimi yaparken Çolpan'dan mektup geldi. Mektupta ‘Biz Sadri'yle evleniyoruz' yazılıydı. Çok şaşırdım. Büyük bir acı hissettim… Çolpan'la güzel şeyler yaşamıştık. Ardından da birçok filmde oynadık. Asla da bir gün 'Neden?' diye sormadım. Hiçbir şey olmamış gibi davrandık. Birbirlerini gerçekten sevmişler ki, bu evlilik Sadri ölünceye kadar devam etti…

*****

Hani kendisini tanımlamıştı ya; gazetecilik, tiyatro ve sinema oyunculuğunda içinde Holywood teklifinin de olduğu o üç sıçrayışıyla. Onların arasına; 45’lik plâkları, 6 kitabı, şarkıcılığı ve sunuculuğu da sığdıracaktı.

Dolu dolu bir insandı Fikret Hakan…

Ve O’nunki; aynı kendisine yakıştığı gibi, yaşanmışlıklar ve yarım kalmışlıklarla dolu bir yaşamdı.

*****

Yaşlanmıştı artık Fikret Hakan. Hızlı yaşamıştı. Evet, hızlı yaşamıştı ve bu hızlı yaşantısı bedenine yansımıştı. Akciğer kanseri oldu.

Artık oradan oraya koşturamıyor; yeni projelere ve aşklara yelken açamıyor, akciğer kanseri tedavisi görüyor ve hasta yatağında yatıyordu.

7 yıl önce bugün, 11 Temmuz 2017 Salı gecesi; o olabildiğince karanlık gece, saat tam 02.00’de, kuş oldu uçtu Usta…

Bu hayat fanusunda…

Bedeni toprağa gömüldü. Sesi boşlukta kayboldu. Ruhu kuş oldu uçtu da, gitti başka bir diyara bambaşka bir dala kondu.

*****

Cumhuriyet gazetesi yazarı Ayşe Emel Mesci, 2017 yılının Temmuz ayının sonlarına doğru gazetedeki köşesinde şöyle yazar:

"2013 yılı Ağustos ayında, bir gün deniz kenarında genellikle birkaç kişi oturduğumuz masadaydık. Fikret Hakan her zamanki gibi gazetelerini okuyordu. Başını kaldırdı, ‘Sana bir vasiyette bulunacağım, bunu yerine getireceğine söz ver’ dedi, damdan düşer gibi... Ben hemen, ‘Ne vasiyeti Fikret ağabey? Daha yapacağın çok iş var’ diye itiraz ettim. ‘Bir kâğıdın var mı’ diye sordu. Bloknotumdan bir sayfa koparıp uzattım. Uzunlamasına ikiye böldü, sonra iki yüzüne bir şeyler yazıp çizdi. ‘Bunu mutlaka yerine getir’ diyerek verdi, ben de özenle ajandamın içine yerleştirdim, hiç bakmadım. Kötü olacağımı biliyordum...

Dört yıl geçti aradan...

Ne yazık ki sonunda mecbur kaldım, bu büyük sanatçının –vasiyetini- sakladığım yerden bulup çıkarmaya. Çünkü Fikret Hakan 11 Temmuz’da aramızdan ayrılmıştı. Fikret Hakan kendi mezar taşını tasarlamıştı o kâğıdın üzerinde. Bir tarafa taşın iki yüzüne yazılmasını istediği dörtlükleri yazmış, arka tarafa da mezar taşının önden ve arkadan görünüşünü çizmişti…

Hayatı edebiyatla, sanatla, felsefeyle harman etmiş, dolu dolu yaşamış, son dönemlerinde ise çok incitilmiş bir güzel insanın vedası, bir kuğunun son çığlığı gibi algıladığım bu dizeler taş gibi oturdu yüreğime:

1. Yüz: 
Burada yatan merhumun,
Bumin Gaffar’dı adı.
O da Sirano gibi,
Hiçbir bok olamadı...

2. Yüz: 
Burada yatan merhumun,
Fikret Hakan’dı adı.
O da Jak Landın gibi,
Acısız yaşamadı...”

*****

Gün, Fikret Hakan dostlar. Sebep oldu da tetiklendik ya; gün, anmaya, özlemeye doyamadığımız eski-gerçek zamanlar...

Anısına, Türk sinemasına katkısına, üretimlerine saygıyla…
 




ARŞİV YAZILAR