Baha Sadık Akıner

Baha Sadık Akıner

CAHİT KÜLEBİ (10 Ocak 1917 – 20 Haziran 1987)


Bazen bir şairin adı geçince, hemen çok bilinen şiirini anımsarız. Yahya Kemâl adını duyunca Sessiz Gemi'yi, Ahmet Haşim’den söz edilince Merdiven'i...

Cahit Sıtkı’yla "Otuz Beş Yaş" şiiri neredeyse özdeşleşmiştir. Orhan Veli - "İstanbul’u Dinliyorum", Tanpınar - "Bursa’da Zaman", Turgut Uyar - "Göğe Bakma Durağı", Edip Cansever - "Çağrılmayan Yakup", Attilâ İlhan - "Ben Sana Mecburum" şiirleriyle anımsanır ilk başta. Örnekleri çoğaltabiliriz elbette...

Ahmet Muhip Dıranas'’tan söz edilince; Fahriye Abla'nın hemcinslerini bile kıskandıracak güzelliği, kadınlığı şekillenir okuyucunun zihninde...

Dağlarca adı geçince de mesela; o uzayıp giden, "Kızılırmak Kıyıları..."

Cahit Külebi denince de, o Hikâye'nin ilk mısraları:

"Senin dudakların pembe, ellerin beyaz!
Al tut ellerimi bebek, tut biraz...

Benim doğduğum köylerde, ceviz ağaçları yoktu!
Ben bu yüzden serinliğe hasretim, okşa biraz...

Benim doğduğum köylerde, buğday tarlaları yoktu!
Dağıt saçlarını bebek, savur biraz...

Benim doğduğum köyleri, akşamları eşkıyalar basardı!
Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem, konuş biraz...

Benim doğduğum köylerde, kuzey rüzgârları eserdi!
Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır, öp biraz...

Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin!
Benim doğduğum köyler de güzeldi!
Sen de anlat doğduğun yerleri, anlat biraz..."

*****

Tabi ki, var bu "Hikâye" şiirinin de bir hikâyesi...

Buyurun, ustanın ağzından dinleyelim: Şiir benim daima kafamda, uzun süre içinde yaşayarak oluşur. Ama "Hikâye" şiirim, birdenbire yazılmıştır. Anlatayım efendim hikâyesini: Anadolu’da bir yerdeyiz. Okul eve yakın, bitişik. Eşim Süreyya, oğlumuz Ali'yi doğurdu. Süreyya okuldan gelir, terli terli emzirirdi Ali’yi. Yoksulduk, parasızdık. Şimdi hatırlamıyorum sebebini. Süreyya'yla bir konuda tartıştık. Sonra o, okula dersine gitti. Tarih öğretmeniydi Süreyya. Ben okuldan, bazı belgeleri temize çekmek için getirdiğim ödünç daktiloyla oturdum bu şiiri yazdım. Öyle daktiloya takılı kalmış. Hep aslında sahip olduğum şeye ‘değilim’, olan şeye ‘yoktur’ diye yazmışım aslında. Benim doğduğum köy; Türkiye’nin en güzel, ceviz ağaçlarının olduğu yerdi. Ceviz tarlaları içinde doğdum desem yeridir. Ve hep gülmeyi seven insanların arasında yaşadım. Ama gerçekten de, dudaklarım hep çatlak çatlaktır. Mesela, hep krem kullanmışımdır ömrüm boyunca...

*****

Cahit Külebi...

Gerçeğin yalın şairi...

10 Ocak 1917’de Tokat’ın Zile ilçesine bağlı Çeltek köyünde doğar. Asıl adı Mahmut Cahit’tir. Babası Necati Bey, Erzurumlu Gullebiler, annesi Feride Hanım ise Pasinler’in Aşağı Tayhoca (Tahirhoca) köyünden Karabeyoğulları sülalesine mensuptur. Aile, soyadı kanunu ile birlikte Erencan’ı soy ismi olarak kabul ederken, Mahmut Cahit, baba sülalesinin lakabı olan Gullebiler’den hareketle şiirlerinde kullandığı Külebi’yi, soyadı olarak tercih etmiş ve bunu 1946’da resmen tescil ettirmiştir.

İlköğrenimini Zile, Çamlıbel ve Niksar’da tamamlamasının ardından, orta ve lise öğrenimini Sivas Erkek Lisesi’nde bitirir. Yükseköğrenimini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi ve Yüksek Öğretmen Okulu’nda görür. 

Memuriyet hayatına 1943 yılında Antalya Lisesi Edebiyat öğretmenliğiyle başlar. 1946 ile 1954 yılları arasında Ankara Devlet Konservatuvarı, 1954 ile 1956 yılları arasında ise Gazi Lisesi’nde öğretmen ve idareci olarak devam eder. 1956 yılında müfettişliğe geçer ve uzun süre bu görevini sürdürür. Bir ara Milli Eğitim Bakanlığı kültür müsteşar yardımcılığı yapar. 1973 yılında emekliye ayrıldı. 1976 ile 1983 yılları arasında Türk Dil Kurumu genel sekreterliği görevini yürütür. 

*****

Cahit Külebi’nin şiire olan ilgisi Sivas Erkek Lisesi’nde gelişip şekillenmiş, ilk şiiri “Gurbet Acısı” 1933 yılında Toplantı dergisinde yayımlanmıştır. Bu tarihten 1938’e kadarki dönem, sanat hayatının çıraklık devri olarak değerlendirilebilir. 

Asıl şiir üslûbuna 1940’lı yıllarda kavuşur. Toplantı, Yücel, Gençlik, Sokak, Varlık, Ülkü, İstanbul, Yaratış, Kaynak, Türk Dili, Yenilik, Hisar, Hürriyet Gösteri, Yazko Edebiyat şiirlerini yayımladığı dergilerdir. Diğer türlere fazla iltifat etmeyen Külebi, şiiri amacı ve hedefi yine kendisi olan söz sanatı olarak benimser. O'na göre şiir, insanın ana dili çalgısında söylediği bir türküdür. 

Külebi, belli bir çevre veya tabiat içinde günlük hayatın çeşitli görünümleri, ihsasları, ümitleri, kırılışları, sevinçleri ve hüzünlerinin peşindedir. İnsanı, toplumu ve tabiatı tarihi derinlik ve felsefi boyutta yakalama endişesinden uzaktır. 

Şiirlerinde memleketine ve insanına duyduğu sevgiden güç alır. Yer yer romantik, yer yer realist bakış açısıyla, sıcak ve samimi üslûbuyla memleket coğrafyası, insanı ve tabiatından manzaralar sunar.

Geleneksel yapı içinde şiire başladığı hâlde zamanla serbest anlayışı benimsemiştir. İki uzun şiir denemesine rağmen daha çok kısa metni tercih etmiştir. Vezin ve kafiyede de gelenekten yola çıkmış, kişiliğini bulduktan sonra serbest anlayışta karar kılmıştır.

Şiirlerinin kelime kadrosu büyük ölçüde konuşma dili ve halk dilinin imkânlarına dayanır. Bundan dolayı üslûbu yalın, açık, tabii, sade ve samimidir. Bu niteliklere rağmen şiirin nesrin tuzağına düşmesine izin vermez. Metinler mısraların nazım birimi veya bütün içindeki yapısı; tekrar, asonans, aliterasyon sanatları; yer yer kafiye, redif ve veznin sağladığı ritim ve ahenkle belli bir musikiyi elde eder. 

Benzetmeler de onun şiirlerini renklendiren önemli bir unsurdur. Dil ve üslûbunda 1960’lardan sonraki dönemde az da olsa halk dilinden yazı diline doğru bir kayma gözlenir. Ayrıca bazı metinlerde biraz daha kapalı imaj ve sembollerle örülmüş üslûp gayreti dikkati çeker.

Cahit Külebi özgün söylemleri, içli anlatımı ve yaşadığı coğrafyayı anlatmadaki başarısıyla dikkatleri üzerine çeken şairlerimizdendir. Şiirlerinde alışılmamış sözcükleri ilk kullanmayı göze alan ozanlardan biri olmuştur. 

Şiiri belli kalıplar içinde düşünen, şiire özgü olduğuna inandıkları soylu sözcükleri bırakamayan ve eski alışkanlığı sürdüren kimi ozanlar Cahit Külebi’nin çıkışını yadırgar. Meşeden teker, allık pudra, frenk altını küpeler, şoförlerin sövmesi, karoseri yeni otobüs, kız gibi motor gibi sözler; Cahit Külebi’nin şiire dâhil ettiği alışılmadık ifadelerdi.

“Gel seninle resim yapalım.
Ve saçlar çizelim, bulutlar,
Türküler, masallar gibi;
Hepsinin üstüne sonra,
Kocaman bir insan yüreği…

Öyle bir yürek ki; sevgiyle,
Arkadaşlıkla, mutlulukla dolsun.
İsterse ondan sonra,
Bütün şairler ölsün…”

*****

Şiirinin oluşmasında halkı, doğayı ve kadınları ustası belleyen şair, köylü dilini şiir dili haline getirir ve Anadolu’nun yazgısını bir kilimi dokur gibi şiirlerinde işlemiştir. Külebi’nin şiirlerinde duru bir dille, yalın bir şiirin derinliğini vardır. Dıştan bakınca kolay anlatımlı, yüzeysel bir çalışma gibi görünen bu şiirlerde yalınlığa varmak zorlu bir iştir.

KADINLAR, ÜLKELER, DENİZLER

Senin gözlerin de öyle uzak;
Üç türlü denizde balkıyarak,
Bütün yaşamımı alıp gitti…

Türküler yitirdim dağlarda.
Çiğdemleri rüzgâr okşar ya,
Sarkar ya söğütler ırmağa,
Rakıya su katılır gibi…

Gözlerin başlar yansımaya;
Gözlerin, gözlerime değince su katılıyor rakıya.
Ülkeler de kadınlara benziyor,
Başlıyor yansımaya…

*****

Şiir; her zaman ağırlığını duyurdu yaşantısında, hissettirdi yazılarında. Kolay mı söylemesi? Cahit Külebi… Sanat, edebiyat, dil, özgürlük, ATATÜRK, devrim; bunlardı hayatının gayeleri.

Politikayı, politikacıları sevmezdi mesela. Ama gerektiğinde görev sayardı ATATÜRK için, yurdumuz için, halkımız için savaşmayı. Bu yüzden 12 Eylül fırtınasının ardından yeni kurulan SODEP'in kurucuları arasında yer aldı. İlk genel seçimde TBMM'ye seçilebilecekti. Uzun mu uzun yıllardan sonra büyük bir Türk şairi TBMM'ye girebilecekti. Olmadı, ol(a)madı.

Milli Güvenlik Konseyi üyeleri ve Kenan Evren karşı çıktılar. Külebi'yi SODEP kurucular listesinden sildiler. Erdal İnönü ve daha başka kişilerle birlikte. Neydi kusuru? Neden parlamentoya girebilmesi önlenmişti? Hiçbir açıklama yapılmadı. 20 Haziran 1987’de Cahit Külebi'nin ölüm haberini gazetede okuduğunda da, o Marmarisli Paşa olacak zat; acaba ince bir sızı, bir pişmanlık duydu mu dersiniz? Zannetmem… "Asmayalım da besleyelim mi?" özdeyişinin sahibinden böyle bir şey beklemek yanlış olmaz mı?

*****

Peki, bir insan öleceği ayı bilir mi? Şairse, yani ince sızıların yüreğine sahipse bilir herhalde:

“Ölüp gidersem, ardımdan ağlamayın! 
Yalnız kadınlar için, yalnız onlar için ağlayın! 
Belki de haziran bulacak naaşımı, 
Belki de haziran. 
Bir gün gideceğim, alıp şu başımı! 
Ardından öylece bakılan..” 

demiş ya hani. 20 Haziran 1987’de yitip gitmiş; tam da hissettiği ve şiirinde belirttiği gibi…

20 Haziran 1987’de bir şair öldü. Cahit Külebi artık yok mu? Buna kim inanır? Dizeleri yurdumuzun dört bir yanında gezerken, bugünün ve geleceğin insanlarına yaşama sevgisi verirken, verecekken.

Şimdi yatıyor usta, doğduğu topraklarda; Niksar'da, o ceviz ağaçlarının altında, ebedi istirahatgâhında. Anısına ve muhteşem üretimlerine saygıyla...
 




ARŞİV YAZILAR