OKTAY RİFAT…
Gariplerden Orhan Veli ve Melih Cevdet’in en yakın arkadaşı, Nâzım’ın kuzeni, Oktay Rifat öldü bugün dostlar. 18 Nisan 1988'de, İstanbul'da...
Tam adıyla Ali Oktay Rifat; fikir, kültür, edebiyat ve sanatla iç içe bir ailenin çocuğu olarak 10 Haziran 1914’te, Trabzon’da doğar.
“Yaslı gittim şen geldim,
Aç koynunu ben geldim…”
Bu hepimizin bildiği marşın güftesi yani sözleri kime aittir bilir misiniz? Hemen söyleyeyim: Trabzon eski valilerinden Samih Rifat’a aittir. Hani şu Gariplerden Orhan Veli ve Melih Cevdet’in en yakın arkadaşı, Nâzım’ın kuzeni, usta şair Oktay Rifat’ın babası...
Trabzon valisi, eski Maarif Vekâleti Telif ve Tercüme Azası, Türk Dil Kurumu’nun ilk başkanı, şair ve birçok değerli eseri Türkçeye çevirmiş dilbilimci Samih Rifat’tan olur. Hem Türk hem Batı müziği konusunda donanımlı bir bestekâr ve şair Albay Hasan Rifat Bey’in torunu, Hasan Enver Paşa’nın kızı, Nâzım Hikmet’in annesi Celile Hanım’ın kız kardeşi Münevver Hanım’dan doğar Oktay Rifat.
"Horozcu" diyeceğim ama soy ismi biraz tartışmalı. Basılı birçok kaynağa göre Oktay Rifat’ın soyadı Horozcu’dur. Fakat şaire ait tüm resmi belgelerde Ali Oktay Rifat yazar, 'Horozcu' diye bir ifade yer almaz. Mesela Tanzimat’tan Günümüze Edebiyatçılar Ansiklopedisi’nde şunlar yazar: Tam adı Ali Oktay Rifat. Kendisi kullanmadığı halde bazı kaynaklarda soyadı Horozcu olarak geçer.
***
Horozcu soyadı, aslen Manastırlı olan ailenin lakabıdır. Bu tartışmayı burada bırakıp biz geçelim Oktay Rifat’a ve ilginç yaşam hikâyesine:
Oktay Rifat’ın doğumundan 5-6 ay sonra aile İstanbul’a gelir, çocukluğunun bir kısmı bu şehirde geçer. Babası Samih Rifat, Kurtuluş Savaşı’na katılmak üzere Anadolu’ya gider. Daha sonra baba hastalanınca, annesi ve kız kardeşi Hüsnüaşk ile birlikte Antalya’ya, oradan da Ankara’ya gelirler ve oraya yerleşirler.
Ankara Taş Mektep’le birlikte (Ankara Lisesi) Oktay Rifat’ın şairlik ve yazarlık serüveni de başlar. İlkokulun son sınıfında tanıştığı Orhan Veli ile arkadaşlıkları, lise birinci sınıfta aynı edebi zevke sahip dostluğa dönüşür. Bir yıl sonra da aralarına Melih Cevdet katılır.
O günleri şöyle anlatır Oktay Rifat: Ankara Lisesi’nde edebiyat merakımız, şiir merakımız hafiften başladı. İki sene sonra Melih Cevdet geldi ve Garip sacayağı böylece kurulmuş oldu. Hocamız Ahmet Hamdi Tanpınar’dı; kendisinden çok faydalandık. Mektep sonlarına doğru, yani lise sonlarına doğru, bayağı eli yüzü düzgün şiirler yazmaya başlamıştım.
Garipler yani Oktay Rifat, Melih Cevdet ve Orhan Veli; okul bünyesinde, “Sesimiz” adlı şiir dergisini çıkarmaya başlarlar. Zaman zaman küçük yanlış anlaşılmalar ve küskünlükler olsa da bu birliktelik hiç bozulmayacaktır.
***
Üniversite yıllarında yine birlikte çıkardıkları Varlık Dergisi’yle de bu birlikteliği sürdürürler. Peki, Garip ismi nasıl oluştu? Buyurun onun da hikâyesine: Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet’in yeni şiir anlayışına göre yazdıkları şiirler, 1941 yılında yayımlanır. Kitabın adı, Cahit Yamaç’ın tavsiyesiyle “Garip” olur.
Gariplerin şiirde; vezin ve kafiye, şairanelik, edebi sanatlar gibi eski geleneğe ait yıkmak istedikleri pek çok özellik vardır. Gariplerin şiirlerine baktığımızda, hareketin temelinde nesnel gerçekliğe ve doğallığa dayalı bir estetik alt yapı bulunur. Doğal olarak, bu isim, şiir anlayışları ve şiirleri garipsenen bu üçlü için çok uygun düşer.
Kitapta Melih Cevdet’in on altı, Oktay Rifat’ın yirmi bir ve Orhan Veli’nin yirmi dört şiiriyle, Orhan Veli ve Oktay Rifat’ın ortaklaşa kaleme aldıkları iki şiir yer alır. Önsözde ise, Orhan Veli’nin şiir hakkındaki düşüncelerini açıkladığı ve daha önce farklı yerlerde yayımlanmış makalelerinden bir seçme yer alır. Melih Cevdet, özellikle bu önsözdeki düşüncelerin bir kısmına katılmadığını, üçlü arasında bazı görüş farklılıkları olduğunu çeşitli vesilelerle işaret eder. Ancak yine de üç arkadaş baştan beri devam ettirdikleri birliktelik görüntüsünü sürdürürler.
Oktay Rifat, o günleri şöyle anlatır: Üç kafadar, çocukluktan delikanlılığa el ele geçtik. Dünya nimetlerini bir arada tattık. Şiir bizim için yaşamaktan ayrı bir şey değildi. Hayâlimizi, duygularımızı, düşüncelerimizi ortaklaşa kullandık. Bu macerada da el ele yürümek bizi birbirimize büsbütün bağladı…
***
1937’de Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirir. Doktora yapmak için Maliye Bakanlığı bursuyla Paris’e gider. Ancak 1940’ta İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla öğrenimini yarıda keserek yurda döner. Askerlik hizmetini yaptıktan sonra Maliye Bakanlığı’nda ve Basın Yayın Genel Müdürlüğü’nde çalışır. Bir süre de Ankara ve İstanbul’da serbest avukatlık yapar.
Oktay Rifat askerliğini yaptığı Zonguldak’ta, Vali Halit Aksoy’un kızı Türkan Hanım’la tanışır ve 13 Şubat 1943’te evlenirler. Evlenme arifesinde Şevket Rado’ya yazdığı mektupta sevinç içindedir: Çok sevgili kardeşim Şevket, ben bekârlar kralı, gece kuşu Oktay Rifat, on güne kadar evleniyorum. Kâğıtlarım askıda. Ben hiç değişmedim; eski hamam, eski tas. Yalnız deli gibi âşığım ve hanımımın emri veçhile, erken yatıp erken kalkıyorum. Sigarayı azaltmaya çalışıyorum.
Bu evlilik maalesef uzun sürmez. Türkan Hanım, 10 Temmuz 1943’te verem nedeniyle yaşama veda eder. Bir şair; acırsa yüreği, yanarsa ciğeri, ne yapar? Şiir yazar. Önce, Türkan İçin:
TÜRKAN İÇİN
Ve kalbin sevda diye yandığı zaman,
Ayın on dördüne karşı pencerede,
Saçların çıplak omuzların gecede,
Mısralarım dökülsün dudaklarından…
Sen faydalı nisan yağmuru gibisin,
Bereket ve huzur getirirsin şiire.
Edebiyet çığrını açtın kadere,
Bu baharın ve bu gönlün sahibisin…
Ve yine Türkan’a: Ağıt…
TÜRKAN’A AĞIT
Bir gemidir dalgalara karışır;
Benim derdim tazelenir, gelişir.
Bana artık ölüp gitmek yaraşır,
Kanar durur ciğerimin yarası…
Ölen ile kolay kolay ölünmez;
Hem ölünmez, hem ölenden geçilmez.
Benim derdim ölmeyince unutulmaz,
Ağla gözüm ağlamanın sırası…
***
Şair bu! Aşk, tabi ki kapısını tekrar çalacak, yüreğini coşku saracak, göğüs boşluğunu dolduracaktır. Yine çok sevecek, yazacak, yazacak, sevgisini, aşkını dizelerle anlatmaya çalışacaktır. Yine bir dost sohbetinde tanıştığı Fransızca öğretmeni ve çevirmen Sabiha Omay ile 29 Ocak 1945’te Ankara’da evlenir. Bu evlilikten bir oğulları dünyaya gelir. Oğluna babasının ismi olan Samih Rifat ismini koyar. Samih Rifat da, aynı babası ve dedesi gibi bir şairdir.
Aynı yıl yayımlanan “Güzelleme” kitabını Sabiha Hanım’a adar. Sabiha hanımı ve onunla olan evliliğini şöyle anlatır: Sabiha’yı görür görmez onunla evlenmeye karar verdim ve tanıştığımızın ikinci günü kendisine izdivaç teklif ettim. Düşünmesi için de kendisine 24 saat mühlet verdim. Bu müddet sonunda kabul ettiğini bildirdi. Üç buçuk ay nişanlı kaldık. Sonra 1945 yılında evlendik.
Ve Sabiha Hanım’a, “Eski Zaman Âşığı” şiirini yazar:
ESKİ ZAMAN ÂŞIĞI
Benimki sevda değil ateşten gömlek!
Bir kar düşmüş ışıl ışıl yanar içimde.
Ama ben eski zaman âşığıyım,
Sevmek kadar katlanmak da gelir elimden.
Gece hayâlimde, gündüz fikrimde;
Ela gözlü o yâr çıkmaz gönülden…
***
1955 yılında İstanbul’a yerleşerek avukatlık yapmaya başlar. Aynı yıl yayımladığı, “Perçemli Sokak” adlı şiir kitabının önsözü çokça tartışmalara neden olur. Bu kitap ile birlikte, ‘İkinci Yeni’ adı verilen şiir anlayışına yönelir. “Perçemli Sokak” kitabıyla, Türk şiirinde ‘İkinci Yeni’ kuruldu derler ya. Hani Cemal Süreya’nın Oktay Rifat için, “Oktay Rifat, İkinci Yeni’yi ben kurdum diyor. İyi de, bizim 1950’den sonra çıkmaya başlıyor şiirlerimiz, ama kitap çıkaramıyoruz. Oktay Rifat Perçemli Sokak’ı 1956’da çıkardı, kitaptaki şiirlerin hemen hiçbiri önceden yayınlanmamıştı. Ve bir önsözle akımı üstlenmeye kalkıştı.” diyerek kendilerinin öncüsü olmadığını belirtir ifadelerinde.
Oktay Rifat da, 1980 yılında yayınlanan Yusufçuk dergisindeki bir yazısında şöyle anlatır bu durumu: Perçemli Sokak’la yapmak istediğim gerçeğe biraz daha sokulmak, yaklaşmaktı. Gerçeği duyularımızla tanırız. Hiç ağaç görmemiş birine birden çınarı gösterirseniz ne yapar? İnsanoğlu kendini alıştıra alıştıra algılar gerçeği, böylece öldürür onun şaşırtıcı ve olağanüstü yanını. (…) Şiir hep bizden önce vardır, doğada da, kitaplarda da. Şunu söylemek istiyorum: Okumasını ve bakmasını bilirseniz hemen tanırsınız onu.
Cevat Çapan ise şöyle anlatır Oktay Rifat’ın, hem Türk hem dünya şiirindeki önemini: Oktay Rifat’ı büyük şair yapan, “Elleri Var Özgürlüğün” şiirleridir. Bu kitabıyla evrensel bir şair durumuna geldi Oktay Rifat ve artık dünyanın anlayabileceği bir dille yazmaya başladı. Dünya şiirini, özellikle Fransız şiirini bilmesi, Rilke’yi birçok Fransız şairi yakından tanıması ve onlardan çeviriler yapması O'nu zenginleştirdi. Ama onların taklidi bir sanatçı olmadı.
ELLERİ VAR ÖZGÜRLÜĞÜN
1
Köpürerek koşuyordu atlarımız,
Durgun denize doğru…
2
Bu uçuş, güvercindeki,
Özgürlük sevinci mi ne!
3
Öpüşmek yasaktı, bilir misiniz?
Düşünmek yasak,
İşgücünü savunmak yasak!
4
Ürünü ayırmışlar ağacından,
Tutturabildiğine,
Satıyorlar pazarda;
Emeğin dalları kırılmış, yerde…
5
Işık kör edicidir, diyorlar,
Özgürlük patlayıcı.
Lambamızı bozan da,
Özgürlüğe kundak sokan da onlar.
Uzandık mı patlasın istiyorlar,
Yaktık mı tutuşalım.
Mayın tarlaları var,
Karanlıkta duruyor ekmekle su…
6
Elleri var özgürlüğün,
Gözleri, ayakları;
Silmek için kanlı teri,
Bakmak için yarınlara,
Eşitliğe doğru giden…
7
Ben kafes, sen sarmaşık;
Dolan dolanabildiğin kadar!
8
Özgürlük sevgisi bu,
İnsan kapılmaya görsün bir kez;
Bir urba ki eskimez,
Bir düş ki gerçekten daha doğru…
9
Yiğit sürücüleri tarihsel akışın,
İşçiler, evren kovanının arıları;
Bir kara somunun çevresinde döndükçe
Dünyamıza özgürlük getiren kardeşler,
O somunla doğrulur uykusundan akıl,
Ağarır o somunla bitmeyen gecemiz;
O güneşle bağımsızlığa erer kişi…
10
Bu umut özgür olmanın kapısı;
Mutlu günlere insanca aralık.
Bu sevinç mutlu günlerin ışığı;
Vurur üstümüze usulca ürkek.
Gel yurdumun insanı görün artık,
Özgürlüğün kapısında dal gibi;
Ardında gökyüzü kardeşçe mavi!
***
1958 yılında “Aşk Merdiveni” adlı şiir kitabını yayımlar. 1961 yılında Devlet Demir Yolları’na avukat olarak girer ve 1973 yılında emekli olana dek bu kurumda çalışır.
Oktay Rifat; sayısız çevirileriyle birlikte 8 şiir, 3 roman kitabı yayınlamıştır. Usta, 6 adet de tiyatro oyunu yazmıştır. Bir şiirinde de dediği gibi:
“Korkmuyorum sizler gibi ölümden!
Çünkü toprağa karışınca,
Tekrar ağaç olmanın çaresini bilirim!” diyerek, 36 yıl önce bugün, 18 Nisan 1988’de korkmadığı ölümüne kavuşur şair. Ve sonsuzluğa uzanır.
Şimdi Karacaahmet Mezarlığı’nda; dediği ve istediği gibi, bir ağaç olarak yaşamını sürdürüyor mu bilmem? Bildiğim: Edebiyatımız ve Türk şiiri adına muhteşem üretimleri. Ve muhteşem üretimleriyle hiçbir zaman unutulmayacak olması.
Anısına, Türk şiirine katkısına ve muhteşem üretimlerine saygıyla…