Baha Sadık Akıner
Tarih : 18.11.2023
E-Mail : baha.akiner@mersin.edu.tr

Sait Faik ABASIYANIK, 117 yaşında...


18 Kasım 1906'da, Osmanlı'yken ortalık henüz, Adapazarı'nda doğdu usta. 1906 yılındaki 18 Kasım tarihi, Ramazan Bayramı’nın ilk günü olduğu için uğurlu anlamına gelen “Sait” ismi verilir. Bu isme büyük dedesinden Mehmet, babası ve amcasından da Faik eklenir. Soyadı ise, ailenin lâkâbı ABASIZZADELER’den gelir...

Annesi Makbule Hanım, otoriter ama açık fikirli biridir. Anne oğul arasındaki özel bağ, hayatında belirleyici olmuştur. Babası Mehmet Faik Bey, Kurtuluş Savaşı yıllarında Adapazarı Belediye Başkanlığı yapar. Sait Faik ile babasının arası, babasına yazdığı mektuplardan da anlaşıldığı üzere mesafelidir…

***

“Sizi bekliyorum... Sizi göreceğim, içimde bir şey koşacak. Siz görmeden geçeceksiniz. Ben kederle sevinci duyup dalacağım istediğim âleme. Dünyayı yeniden kederlerle kuracağım. Sonra çarşılardan çarşılara, insan sesleri arasında, her şeyi sizinle kurulmuş bir şehirde dolaşacağım…

Herkes geçti, siz geçmediniz. Yüzünüzü göremedim. Bayramım, çocukluk bayramım salıncaksız geçmiş gibi gözüme yaş doldu. Soğuktan mı titriyordum, yoksa heyecandan, üzüntüden mi, bilmem? Havuzun suyu bulanık. Kapının saatleri 12’yi geçmiş. Kanepelerde kimseler yok. Tramvay ne fena gıcırdadı! Tramvaydaki adam bir tanıdık mıydı acaba? Ne diye öyle dönüp dönüp baktı? Yoksa kimselerin oturmadığı kanepelerde bu saatlerde yalnız pek başıboşlar mı oturur? Kimseler âşık değil mi bu şehirde? Kimseler, bir meydanın kanepesinde kimseyi beklemeyecek mi, yüzünü bir dakika görmek için kimsenin?”

Böyle anlatır yine yaşama bakışını, duygularını; “Havuzbaşı” ismini verdiği hikâyesinde…

***

Edebiyatla ilgilenen ve seven çoğu kişiyle birlikte, Mina URGAN'a göre de; Sait Faik, Türkiye'nin en iyi hikâye yazarıdır. Ne dersiniz? Sait Faik'i, Mina URGAN'ın ağzından dinleyelim mi?

"Benim için edebiyatın özü, şiirdir. Ve Sait, öykülerinde şairdir. Ne gariptir ki; ancak şiir yazarken, şairliğini bir miktar yitirir gibi olur..."

Böyle başlıyor Mina URGAN... İngiliz edebiyatının en önemli eserlerini Türk edebiyatına kazandıran, Türk - İngiliz Edebiyatı Profesörü, Yazar, Filolog ve Çevirmen, Sait Faik'in yakın arkadaşı. Ve devam ediyor:

"Ece AYHAN’ın Morötesi Requiem’de; 'Çakır gözlü, mor dudaklı ve patlak gözlü sarışın!' diye betimlediği Sait Faik’in gözleri, hiç de patlak değildi bana kalırsa. Ama içkiyi biraz fazla kaçırınca, 'Gözlerin tavada pişmiş balıkgözüne dönmüş yine!' diye O'na takılırdım...

Sait Faik; kılık kıyafeti ve davranışlarıyla, yazar-çizer takımının aydınlarına hiç mi hiç benzemezdi. Koltuğunun altında kitap taşımaz, okuduklarını anlatmaz, düşüncelerini öyle iddialı savunmaya kalkmaz, kişiliğini ikide birde ileri sürmez, kendinden hiç söz etmezdi...

Sait Faik ile tanışanlar, bir halk adamı sanırlardı O'nu. Hakları da vardı. Çünkü Sait Faik gerçekten bir halk adamıydı...

Sait Faik; ömrünü sürekli bir âvârelik içinde, Burgaz’da ya da Beyoğlu’nda dolanmakla geçirirdi. Çoğu zaman; sinemaların önündeki fotoğraflara, boş gözlerle bakarken rastlardım O'na...

Bu kadar çok yazmaya, nasıl vakit bulduğuna aklım ermezdi. Odasına kapanıp, masasına oturarak yazı yazmadığını kesinlikle biliyordum...

Balıkçı kahvelerinde, sandallarda, Adalar vapurlarında, meyhanelerde, gözlerden uzak köşelerde, cebinden çıkardığı buruşuk kâğıt parçalarına bir şeyler karalardı hep dizinin üstünde...

Sait Faik, öteki yazarlara kıyasla çok talihliydi. Geçim derdi yoktu. Ekmek parasını kazanmak için, didinip durmak zorunda değildi. Annesi, O'na her gün belirli bir harçlık verirdi. İçki dışında hiçbir lüksü olmadığından, o parayla rahat idare ederdi...

Böyle bir annesi olması; O'nun için de, bizler için de bir nimetti. Yoksa küçük bir çocuk kadar savunmasız olan Sait, yaşam kavgası denilen o kepaze felâket içinde heba olup gidecek; ya az sayıda, ya da hiç öykü yazamayacaktı...

Sait Faik ile iletişim kurmak güçtü. Oradan oraya gezerdi. Burgaz adasındaki evinde de, oturmazdı çoğu zaman. Adaya gitseniz de bulamazdınız O'nu. Belirli bir kahveyi, ya da meyhaneyi de mekân edinmezdi kendine. İçkili olunca ise, iletişim tümüyle kopardı...

Öykülerinden de anlaşılacağı gibi, Sait Faik’in bir eşcinsel yanı gerçekten de vardı. Ama bana kalırsa, biseksüel olan Sait’in eşcinsel dürtüleri; uygulamaya konulmayan yani plâtonik kalan, fakat çok yoğun bir duyguydu. Buna karşılık; Sait’in kızlara âşık olduğunu, hem de ölesiye âşık olduğunu, çok yakından biliyorum. Hem bana kendi anlatırdı. Hem de gözümle gördüm yaşadığı aşkları..."

***

Edebiyatın heves ve arzudan çok, bir iç ihtilâlin fışkırması olduğunu unutmadan yaşayan; öykülerinde her türlü hesaptan uzak, sadece insan olmanın tasasını ve sevincini işleyen; kelimeleri hayata, hayatını kelimelere dönüştüren; başkalarını değil, hep kalbini dinleyen; insanları ön yargılarla değil, yüreğiyle gören nevi şahsına münhasır bir söz ustası...

Yakın dostu Orhan Veli'nin şiirde yaptığı gibi: Türk edebiyatında gündelik olanı, insana dair küçük hüzün ve sevinçleri, daha önce hiç görülmedik bir şekilde hikâyeleştiren, Sait Faik ABASIYANIK...

Ahmed ARİF'in Leyla'sının Sait Faik'i, yakın dostu Orhan Veli'nin; hem Sait'i, hem Faik'i, en yakın dostu doğdu 117 yıl önce...

***

Ahmed ARİF'in Leyla'sı, Leyla ERBİL şöyle anlatıyor Sait Faik'i: Ben O’nunla tanıştığımda; 1953 sonu – 1954 başı olmalı, kendisine hayranlığım doruktaydı. Utana sıkıla kendi şiir ve hikâyelerimi okudum. Şiirlerimi eleştirdi, hikâyelerimi övdü. Alıngan, sinirli, dürüst, utangaç, alabildiğince alçak gönüllü bir adam. Yüreklendirdi beni; ben de kararımı, düz yazıdan yana koydum. Oysa aynı yıllarda Ahmed ARİF, şair olduğumda ısrar ediyordu…”

Sait Faik de Leyla ERBİL'e şiirler yazdı:

"Sana koşuyorum bir vapurun içinden;

Ölmemek, delirmemek için…

Yaşamak;

Bütün adetlerden uzak,

Yaşamak…

Hayır değil, değil sıcak;

Dudaklarının hatırası,

Değil saçlarının kokusu,

Hiçbiri değil...

Dünyada büyük fırtınanın koptuğu

Böyle günlerde,

Ben O'nsuz edemem...

Eli elimin içinde olmalı,

Gözlerine bakmalıyım,

Sesini işitmeliyim...

Beraber yemek yemeliyiz,

Ara sıra gülmeliyiz.

Yapamam,

O'nsuz edemem..."

***

Hayatı boyu KANIK'sadığını söylediği Orhan Veli'yle, çokça vakit geçiriyordu Sait Faik. Orhan Veli Ankara'dayken de, mektuplaşacak kadar özlüyorlardı birbirlerini...

Buyurun okumaya. Ustaların, duygularını nasıl kaleme döktüklerini öğrenmeye. İlginç ve hoş, karşılıklı yazışmalara. Mektupların ilki Orhan Veli’den:

“Aziz ve kıymetli dostum Sait Faik!

Ankara'dan ayrıldığın günlerde senden haber bekliyordum. Daha sonra mahkeme kararını öğrenince, haber yollamak bana düştü. Aynı gün de Sabri Esat'ı gördüm ve sana yıldırım telgraf çektiğini öğrendim. Bunun üzerine bir mektup yazmak, hiç olmazsa tebrik etmek istedim. Bugüne kadar o da nasip olmadı. Mamafih bu arada, “Çelme” hikâyesini buldum ve okudum. Başına bu işi açanlara küfrettim. Harika hikâye azizim… Lafı dokundurmadan, direkt söylüyorum. Bana bir de 'Sarnıç' nam şaheserden gönderecektin. Bu eser Ankara'da mevcut değil. Her neyse, gecikmiş bir işi yapmak vesilesiyle hatırını sormuş oluyorum. Bundan dolayı memnunum. Senden bir ricam daha var, bana Aleko şiirini göndermeni istiyorum. “Bir Aleko şiiri için de dünyanın zahmetine girilir mi?” deme. Benim için önemli… Birkaç ay sonra İstanbul'a geleceğim. Ya Balıkpazarı'na, ya da Rıhtım'a gider şarap içeriz. Abidin'i görüyor musun? Bugün O’na da bir mektup göndereceğim. Bu itibarla selâm filan yazmıyorum. Hasret ve muhabbetle gözlerinden öper, cevabını beklerim.

Orhan Veli, Ankara, 29.2.1941”

2 hafta sonra Sait Faik cevap verir, hayatı boyu KANIK'sadığı söylediği Orhan Veli'sine. Sadece cevap vermez hem; sanki hasretini, özlemini döker yine o güçlü kalemi marifetiyle:

“Sevgili Kardeşim!

Yazıhaneyi bıraktığım için mektubunu bugün alabildim. 'Sarnıç' nam eserle birlikte Semaver'i de gönderiyorum. Sarnıç'tan su çekip, Semaver'i kaynata kaynata oturursun. Buraya geldiğin zaman ise herhalde bir 'Fıçı' da verirler. Aleko'ya yazılan şiir, Semaver'in kapağına da yazılmıştır, okuyacaksın. Bir ikinci defa yazıyorum: Burada eski tas, eski hamam. Cumartesi günleri Nisuaz'da üdeba toplanır, kararlar verilir. Ben ise bir birahane köşesi bulur; üdeba meclislerinin, ediplerinin, kötü şairlerin gelmişini, geçmişini.... eder, bira içerim. Öteki işten elhamdülillah yakayı sıyırdık. Ama epeyi üzüldüm doğrusu. Boşu boşuna yanacaktık. Gözlerinden öperim. O fevkalade şiirlerini ara sıra, bir iki satırla beraber gönderirsen ihya edersin kardeşim...

Yeni adresim: Şişli Bomonti Kazancı Sok. İkbal Apt. No:4

Sait Faik, İstanbul, 14 Mart 1941”

***

Sait faik ve Orhan Veli…

Hani Sait Faik’le aynı kıza âşığız der Orhan Veli… Hep birlikteydiler ya… Kim bilir nicelerinde böyledir? Bilinmez…

Orhan Veli’nin öldüğünde; cebinden çıkan ve diş fırçasına sarılı kâğıda yazılmış, âşık olduğu kadınları anlattığı “Aşk Resmi Geçidi” şiirinde 11. sıradaki Aleksandra…

Sait Faik; 1941’de tanıdığı ve âşık olduğu Aleksandra’nın yaşadığı mahalleyi, o mahalledeki insanları, öykülerinde sıkça anlatsa da  Aleksandra’dan pek söz etmez. Evlenmeye karar verir, ancak Aleksandra’nın kendisini sevdiğine bir türlü inanmaz…

Fikret ÜRGÜP, ‘Sait Faik’te Aşk’ yazısında “Sait kadar kuvvetli bir şekilde aşk heyecanına kapılan, az gördüm. Ondaki aşk, korkunç yalnızlığın devası idi.” diye yazar…

***

Balıklar hakkında her türlü bilgiye sahip olduğundan, arkadaşları tarafından ‘Balık Gözlü Adam’ diye anılırdı Sait Faik…

1953’te Mark Twain Derneği, çağdaş edebiyata katkılarından dolayı Onur ödülü üyeliği verir. Sait Faik, kendisinden önce Atatürk’e verilen bu ödülü aldığı için gururludur…

Ömrünün son döneminde yazdığı ve toplamı on ikiyi ancak bulan hikâyelerde; Sait Faik, ısrarla anlattıklarının kahramanının kendisi olduğunu vurgular. Panco Serisi (21 yaşında olan Panco) olarak adlandırılan bu hikâyelerde; anlatıcı da, yazar da, hikâye kişisi de Sait Faik’in kendisidir…

Bu bakımdan, onun son dönem hikâyelerinde; yazar-anlatıcı ile hikâye kahramanı arasındaki mesafe, neredeyse tamamen kaldırılmıştır. Hikâye anlatıcısını/kendini, anlattığı hikâyelerin merkezine yerleştirerek ve anlattıklarıyla kendi derdini, kendi ölüm-kalım savaşını anlatarak kendi hikâyesini kuran Sait Faik, kendini merkeze almayı biyografisine atıflar aracılığıyla gerçekleştirir…

***

"Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım... Koştum tütüncüye, kalem kâğıt aldım. Oturdum... Adanın tenha yollarında gezerken; canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için, cebimde taşıdığım küçük çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum, öptüm... Yazmasam deli olacaktım..." diyerek ve kimseye aldırmadan, hiçbir kalıba sığmadan, sadece kendi gibi yaşadı ve yazdı…

Samimi tavrı ve benzersiz üslubu, ilk günkü tadıyla gelecek kuşaklara miras kaldı…

Siroz olduğu kesinleşene kadar içki ile arası iyi olan Sait Faik, daha sonra azaltsa da arada bir içmeye devam eder. 1951’de tedavi olmak için Paris’e gider, ancak yabancı bir şehirde öleceği için çok korkar. Tedavi olmadan beş gün içinde döner. Hastalığının en ağır günlerinde sayıklarken annesine “Hırkamın cebindeki sarı kâğıtlar nerede?” diye sorar. Uzun zamandır uğraştığı senaryosunun son bölümüdür. Ancak, o telaşlı günler içinde kimse ilgilenmez ve bulunamaz…

11 Mayıs 1954'de; Burgazada'daki evinde, siroz nedeniyle hayatını kaybeder usta...

 1963 senesinde annesinin ölümünün ardından evi, “Sait Faik Müzesi” haline getirilir. Vasiyeti gereğince, eserleri Darüşşafaka'ya bırakılır...

Bu dünyadan bir naif yürek; bir kocaman kalem, Sait Faik ABASIYANIK geldi, geçti dostlar...

***

O’nunla erken yaşlarda tanıştıysanız; insana ve Sevgi’ye olan inancınız-umudunuz, başınıza ne gelirse gelsin bâki kalır. Hayvanlara, mahallenin delisine, diğerlerinden başka duran çocuklara, diğerlerinden başka başka insanlara, ötekilere, ötekileştirilenlere, farklılara,

farkındalığı olanlara, aykırılara, ayrıksılara, çapulculara, berduşlara, salaş meyhanelere farklı gözle bakarsınız...

Sait Faik hikâyeleri okumak; insanı geri dönmemecesine değiştirir, pişirir. Kulak memesi kıvamına gelinceye kadar da; yoğurur, yontar. Sinağrit Baba’yı bilen insan, denize hürmet duyar mesela...

O’nun hikâyelerini okuduktan sonra; Adanın balıkçılarını, Beyoğlu’nun sokaklarını ya da Yedikule surlarını bir başka görürsünüz...

***

Hadi, ne dersiniz? Tam da doğum gününde; yine, şöyle bir Sait Faik öyküsüne...

Sabah sabah hem de...

Gün, Cumartesi…

Gün, Sait Faik…

Unutmayın! Sait Faik okumanın yaşı yok dostlar. Ve zamanı... Garanti veriyorum; iyi gelir, hep hatırlarsınız o ânı...

Anısına ve muhteşem üretimlerine saygıyla...

 
  YAZARIN ARŞİVİ
 
 
 


 



ANASAYFA
HABER ARŞİVİ


KÜNYE


İLETİŞİM

bozyazigazetesi.com © Copyright 2025 Tüm hakları saklıdır.
İzinsiz ve kaynak gösterilemeden
yayınlanamaz, kopyalanamaz, kullanılamaz.


URA MEDYA