Baha Sadık Akıner
Tarih : 4.11.2023
E-Mail : baha.akiner@mersin.edu.tr

GÜLTEN AKIN (23 Ocak 1933-4 Kasım 2015)       


"Ahh! Kimselerin vakti yok. Durup ince şeyleri anlamaya." dedi de; yüzümüze yüzümüze vurdu bu zamanın kabalığını, hoyratlığını.

Bekledi ve çabaladı hep yıllarca; hassas kalpler durağı, ince şeyleri önemseyenler kapısında. Üreterek, yazarak; sürekli yüreğimize dokunarak.

"Büyüyüp de on yedine geldiğinde baban sana idamlar alacak." diyerek Erdal Eren'e; insan kıymetlilerine yapılanlara kederlenerek, toplumsal kaygılarıyla. 82 yıllık yaşamı boyunca.

82 yıllık yaşamına son gözlerini yumduğunda; tarih, 8 yıl önce bugünü, 4 Kasım 2015'i gösteriyordu Ankara'da. Aramızdan ayrıldı gibi gözükse de oralardan bir yerlerden bizi izliyor, en güzel sevdaların kara saçlı kadını.

Dört duvar arasına sığmayan, köyden kente yalın ayak giren insan. Deli Kızın Türküsü... İçinde ayıp, dışında geçim, sol yanında sevgi vardı hep.

"Tutsak ve kibirli! -Ne gülünç-

Gözleri gittikçe iri, gittikçe bunaltı…

Gittim, geldim…

Kara saçlarımı öylece buldum!

Kestim kara saçlarımı, n'olacak şimdi?

Bir şeycik olmadı! -Deneyin lütfen-

Aydınlığım, deliyim, rüzgârlıyım..."

diyecek kadar da yaşama başkaldıran bir kadın.

Bir kıstırılmışlık hâlinin, şiire dökülmüş fotoğrafı. Gitse, gidemiyor. Kalsa kalamıyor. Toplum ona başka bir yer açmıyor çünkü. "Gelinlikle girdiği evden, kefenle çıkabilir ancak!" Çünkü o, yaşadığı çağın Ortadoğu coğrafyasındaki bir kadını ve o kadının şiire düşen sureti.

Şiir, anlayışlı bir eş ve ailesi, avukatlık, öğretmenlik. Budur Gülten Akın’ın hayatının özeti.

***

23 Ocak 1933’te Yozgat’ta doğar. Annesi, ev hanımı Emsal Hanım, babası memur Nurettin Bey’dir. Kalabalık ve geniş bir ailede geçen çocukluğunu, “1933 Yozgat başlangıcından sonra dedeler, nineler, amcalar, dayılar, yengeler, teyzeler, kuzenler ortasında feodal ilişkiler içinde kendimi tanıdım. Kocaman bir aile. Doğduğum ev, babamın ana - babasıyla oturduğu annemin gelin geldiği ev. Evin egemeni aşağıdan yukarıya baktığımda asla ulaşamayacağım uzunlukta bir dede. Ben yanında büyüyen ilk torun. Sevgiyle sarılıydım. Bundan dolayı ben de sevgiyle dolu büyüdüm. Dedeme olan hayranlığımı ise onun seçilmişi olmam besliyordu. Yanında kalan ilk torun, üstelik kız, bir de anasına benziyor. Anam derdi. Zeynep’ti adım. Babam yeniliğe vurgun oluşundan mı yoksa tepkisel olarak mı nüfusa başka bir ad yazdırdı, bilmiyorum.” cümleleriyle aktaran Akın; annesini kaybetmesinin ardından kardeşlerinin sorumluluğunu üstlenmiş, babasının Ankara’ya tayin istemesi ve ardından askerlik için çağrılması ile birlikte zorlu bir süreç geçirmiştir.

İlkokula Sorgun’da başlayan Akın, eğitimine Ankara’da devam eder. Önce Taş Mektep’te başlar eğitimine, ardından Cebeci Ortaokuluna yazılır. Bu günlerde Akın, Cebeci Ortaokuluna bir gölge gibi gelip gittiğini belirtir. Okulunu sevmemesini evdeki bunaltıya, büyümesine ve karşılanamayan gereksinimlerine bağlar. Bu yalnızlığı ve içe doğru yolculuğu sevmeye başlar. Bu sevgisizlik ve ilgisizlik lise ikiye kadar sürer. Önceleri tek tük yazdığı şiir, onun için bir uğraş olmuştur artık.

Bu dönemde sınıf ve okul dergilerini dolduran şiirler yazar. Bu dönem yazdığı şiirler genellikle mizahidir. Ozanlara saygı duyulan, uzun kış geceleri ezgiyle peygamber kıssaları okunan ve amcanın şiir yazdığı bir ailede Akın’ın şiire yönelmesi pek şaşılacak bir durum değildir.

***

Akın, çok küçük yaşta dayılarının tavan arasındaki eski bavullarında bulduğu öykü, roman, antoloji, dünya ve Türk klasiklerini çok küçük yaşlarda okumaya başlar. Liseyi Atatürk Kız Lisesi’nde tamamlayan Akın; lise eğitiminin ardından Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydolur. Ve lise yıllarında başladığı okuma serüvenini burada sürdürür. Fakülte yıllarında hem çalışıp hem okuyan şair, bu süreci şöyle anlatır: Liseyi bitirmiştim ama yaşam da yeniden ağırlaşmaya, maaşlar yetmemeye başlamıştı. Evlerin kadınların kızları daha büyük sayılarda devlet arşivlerini dolduruyordu. O yaz iş aradım oysa tıp fakültesine gitmeyi düşlüyordum. Çapa Yüksek Öğretmen Okulu sınavını kazanmıştım. Edebiyat okuyacaktım. Gidemedim. Hukuka yazıldım. Bir de iş buldum. İçişleri Bakanlığı’nda. Yıl içinde akşamları ders çalışıyor, yılsonlarında izinlerimi kullanarak sınavlara giriyordum. Dört yıl sonra bitti fakülte.

Fakülteyi bitirmesinin ardından 1956’da Yaşar Cankoçak’la evlenen Akın’ın ilk şiir kitabı da bu yılda yayımlanır. Murat, Can, Aksu, Onur ve Deniz adlarında beş çocuğu olan Cankoçak ailesi 1958 ile 1972 yılları arasında Yaşar Bey’in kaymakamlık görevi nedeniyle Anadolu'nun çeşitli ilçelerinde yaşarlar. Kumluca, Gevaş, Alucra, Haymana, Gerze, Saray ilçelerinde ve Kahramanmaraş'ta geçen süre zarfında Akın; yardımcı avukatlık, avukatlık ve öğretmenlik yapar. Sürgünlerle geçen bu süreç, Akın’ın şiirinin temelini oluşturan toplumsal yapı içinde bireyin durumuna dair pek çok gözleme de yol açar. Halkın yoksulluğu, ezilmişliği karşısında dik bir duruşun peşinde olan Gülten Akın; yoğun temposuna karşın ailesini hep ön planda tutmuş; yaşamının sonuna değin yalnızca kendi çocuklarına değil çevresindeki pek çok kişiye de annelik yapmıştır. Bir yandan çalışıp bir yandan beş çocuğunu yetiştiren Akın, aynı zamanda bulunduğu yerlerde kadınlar için okuma yazma kursları düzenlemiş; pek çok davada gönüllü avukat olarak bulunmuştur.

1972’de Ankara’ya dönmelerinin ardından bir süre Türk Dil Kurumu Derleme ve Tarama Kolunda çalışan Akın; Halkevleri, İnsan Hakları Derneği, Dil Derneği gibi kurumlarda kurucu ve yönetici olarak görev yapar. 1978 yılında emekliye ayrılan şair, ertesi yıl oğlu Murat’ın tutukluluk sürecinde yaşadıklarından etkilemiş; doksanlı yılların başına kadar şiir adına suskunluk dönemi geçirmiştir.

1991’de Sevda Kalıcıdır ile yeniden yazın faaliyetlerine dönen şair, bu dönemde Burhaniye’ye yerleşmiş ve ölümüne değin Ankara ve Burhaniye’de yaşamını sürdürmüştür.

Eşinin işi nedeniyle, zorunlu da olsa bir gezginlik. Bunlar bile; kadının bu kaderi ve bu anlayışı yırtmasına yetmiyor. Gülten Akın bunun farkında. Belki kendi yaşadıklarının çok ötesinde bir kadın yaratıyor şiirlerinde. Günümüzde hâlâ o evin penceresinde, sokağa iç çekerek bakan kadınlar varken hele.

"Kadının adı yok!" dendi de! Çıktı; yazdı, yazdı, yazdı kadının adını. Tüm bu yazdıklarıyla ve yüreğiyle; kadına bir kimlik kazandırdı.

***

Sevgiye büsbütün inanıyordu, sevdasını da şöyle tarif etti şiirlerinden birinde:

"(...) Seni sevdim;

Seni birdenbire değil, usul usul sevdim...

'Uyandım bir sabah' gibi değil, öyle değil!

Nasıl yürür öz su dal uçlarına.

Ve gün ışığı sislerden düşsel ovalara...

Susuzdu; suya değdi dudaklarım, seni sevdim...

Mevsim; kirazlardan eriklerden geçti, yaza döndü.

Yitik ceren; arayı arayı, anasını buldu.

Adın ölmezlendi, bir ağız da benden geçerek.

Soludum üfledim; yaprak pırpırlandı, Ağustos dindi...

Seni sevdim, sevgilerim senden geçerek bütünlendi...

Seni sevdim, küçük yuvarlak adamlar.

Ve onların yoğun boyunlu kadınları.

Düz gitmeden önce, ülkeyi bir baştan bir başa...

Yalana yaslanmış, bir çeşit erk kurulmadan önce.

Köprüler ve yollar, tahviller senetler hükmünde…

Dışa açılmadan önce…

İçe açılmadan önce…

Kapanmadan önce...

Nehirlerimiz ve dağlarımız ve başka başka nelerimiz.

Senet senet satılmadan önce...

Şirketler, vakıflar, ocaklar kutsal kılınıp.

Tanrı parsellenip kapatılmadan önce...

Seni sevdim! Artık tek mümkünüm sensin..."

***

Sevdi ve özledi de! Özlemini ise şöyle:

"(...) Sana büyük caddelerin birinde rastlasam.

Elimi uzatsam, tutsam götürsem.

Gözlerine baksam gözlerine, konuşmasak! Anlasan...

Elimi uzatsam, tutamasam.

Olanca sevgimi yalnızlığımı…

Düşünsem, hayır düşünmesem.

Senin hiç haberin olmasa.

Senin hiç haberin olmaz ki...

Başlar, biter kendi kendine o türkü.

Yağmur yağar, akasyalar ıslanır.

Bulutlar uçuşur geceleyin.

Ben yağmura deli, buluta deli.

Bir büyük oyun yaşamak dediğin...

Beni ya sevmeli, ya öldürmeli!

Yitirmeli büyük yolların birinde ne varsa.

Böcekler gibi başlamalı yeniden.

Bu Allahsız, bu yağmur işlemez karanlıkta...

Yan garipliğine yürek, yan!

Gitti giden..."

***

Yan yürek, yan! Gitti Gülten Akın.

Tarih yaprakları 4 Kasım 2015'i gösterdiğinde, tam da 8 yıl önce bugün, Ankara'dan havalandı sonsuzluğa. Bedenini toprağa gömdüler, sesi kayıp. Karıştı yüreği; şair tezgâhlarının kurulduğu, tüm yitip gidenler gibi araftaki arşa. Ezgi ezgi, mısra mısra, dize dize şiirlerini okudukça, andıkça, hatırlayıp hatırlattıkça, hemen yanı başımızda.

 

Ankara'da, Karşıyaka Mezarlığı'nda yatar şimdi, ebedi istirahatgâhında. Anısına ve muhteşem üretimlerine saygıyla...

 
  YAZARIN ARŞİVİ
 
 
 


 



ANASAYFA
HABER ARŞİVİ


KÜNYE


İLETİŞİM

bozyazigazetesi.com © Copyright 2025 Tüm hakları saklıdır.
İzinsiz ve kaynak gösterilemeden
yayınlanamaz, kopyalanamaz, kullanılamaz.


URA MEDYA