Bağımsızlığa ve kurtuluşa giden yolda Afyonkarahisar’da bir şafak vakti Kocatepe’den başlayan ve Dumlupınar’da sonuçlanan büyük zafer ile tam bağımsız Türk Devleti’nin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun temelleri atıldı. Atam ve silah, akıl arkadaşları; minnettarız…
1922 yılında düşmana karşı kazanılan büyük zaferle 27 Ağustos’ta Afyon ve Sincanlı; 28 Ağustos’ta Solhan; 30 Ağustos’ta Kütahya, Dumlupınar, Demirci ve Çivril; 31 Ağustos’ta Sivaslı; 1 Eylül’de Seyitgazi, Gediz, Uşak, Kiraz ve Aliağa; 2 Eylül’de Eskişehir, Karahallı ve Ulubey; 3 Eylül’de Dursunbey, Sındırgı, Güney, Ödemiş, Emet, Tavşanlı, Selendi, Eşme ve Buharkent; 4 Eylül’de Bigadiç, Bozüyük, Söğüt, Buldan, memleketim ve doğduğum topraklar olan Tire, Simav, Kula ve Sarıgöl; 5 Eylül’de Kuyucak, Nazilli, Sultanhisar, Susurluk, Pazaryeri ve Bilecik; 6 Eylül’de Söke, Umurlu, Köşk, Balıkesir, Balya, Gönen, Savaştepe, İnegöl, Yenişehir, Akhisar ve Bayındır; 7 Eylül’de Beydağ, Turgutlu, Aydın, Germencik, Kuşadası, İncirliova, İvrindi, Torbalı ve Saruhanlı; 8 Eylül’de Burhaniye, Kemalpaşa, Selçuk ve Manisa; 9 Eylül‘de İzmir, Edremit, Bornova, Menemen ve Orhaneli; 10 Eylül’de Orhangazi; 11 Eylül’de Bursa, Gemlik, Foça, Seferihisar ve Güzelbahçe; 12 Eylül’de Mudanya, Urla ve Kırkağaç; 13 Eylül’de Soma ve Kınık; 14 Eylül’de Karacabey, Manyas, Altınova, Mustafakemalpaşa, Bergama ve Dikili; 15 Eylül’de Ayvalık; 16 Eylül’de Çeşme; 17 Eylül’de Karaburun ve Bandırma; 18 Eylül’de Erdek, Biga ve Mahmudiye; 20 Eylül’de Bozcaada, Bayramiç, Mihalıççık ve Sivrihisar; 21 Eylül’de Ayvacık; 22 Eylül’de Emirdağ ve Ezine; 23 Eylül’de Çan; 24 Eylül’de Bolvadin; 25 Eylül’de Lapseki kurtarılarak bağımsızlığa ulaştık. Bu bir milletin ayağa kalkışının, vatanına sahip çıkmasının, sonsuza kadar eğilmeden dimdik durmasının ve kurtuluşunun öyküsüdür dostlar.
*****
3 Eylül 1922, Uşak… Halide Edip anlatıyor:
“Karargâhta herkes Yunan birliklerinin komutanı Trikopis’ten söz ediyordu. Daha önceki Başkomutan Hacıanesti görevinden alınmıştı. Yunanlılar Trikopis’in nerede olduğunu bilmiyorlardı. Bazıları da Trikopis’in intihar ettiğini söylüyorlardı. Eylülün ikinci günü; Mustafa Kemâl Paşa, Fevzi ve İsmet Paşaları Uşak’ta bir masanın çevresinde bulduk. General Trikopis’le, General Digenis Türklere teslim olmuştu. Mustafa Kemâl Paşa’nın huzuruna, Nurettin Paşa’yla Kemalettin Paşa’nın arasında geldiler. Eğer korunmasalardı, Uşak halkı onları da parçalayacaktı. Uşaklılar onları; sevdiklerini öldürenler, evlerini barklarını yakanlar arasında sayıyorlar, mevkilerine (rütbelerine) hiç önem vermiyorlardı.
Yunan generaller getirildiklerinde; Mustafa Kemâl Paşa, Fevzi Paşa ile İsmet Paşa’nın arasında duruyordu. Bana göre bu durum, birinci derecede militer bir dramdı. Onun için büyük bir ilgiyle seyrettim ve dinledim. Bizim komutanlarımızın üniformaları; erlerinki kadar sade, yüzleri sakin ve hareketsizdi. Buna karşılık Yunanlılar sırmalı üniformalar giymişlerdi. Yüzlerinden ve ellerinden son derece sinirli olduklarını anlayabiliyordunuz.
Fevzi Paşa ise bir Buda heykeli gibi sakindi, fakat belki de içinden; "Bu herifler hakiki asker olamaz, âdeta dans eder gibi sıçrayıp selam veriyorlar." diyordu. İsmet Paşa, gözlerindeki öfkeyi göstermemeye çalışıyordu. O askerden daha başka bir şeydi. O bölgede yerli halka yapılan zulme dayanamıyordu.
Fevzi Paşa’yla İsmet Paşa eğildiler, fakat ellerini vermediler. Mustafa Kemâl Paşa bu sahnenin hâkim karakteri, askerlik alanında bir büyük sanatkâr ve oyunun kurallarına uyan bir sporcuydu. O Yunan generallerinin kılıklarına ve askerlerinin yaptıkları kötülüklere hiç önem vermiyordu.
Trikopis; onun, bu oyundaki rakibi idi. Bu askerlik oyununda; yere vurduğu adama, kurala uygun olan hareketi elden bırakmıyordu. Sırtını yere getirdiği pehlivanın elini sıkan galip bir pehlivan gibi, Trikopis’in elini yakaladı. Herhangi bir el sıkışı süresinden fazla tuttu:
- Oturun General, yorulmuş olacaksınız.
Sigara tabakasını uzattı, kahve ısmarladı. General Digenis’e de nezaketle davranmakla birlikte, gözleri Trikopis’in gözlerinde. Trikopis de ona açık bir hayranlıkla bakıyor. Trikopis elli yaşlarında kadar; sinirli, hastalıklı, tiyatro sahnesindeymiş gibi giyinmiş bir adam.
- Ben sizin bu kadar genç olduğunuzu bilmiyordum General.
Masanın etrafına oturdular. Mustafa Kemâl Paşa, askerlik alanında oynadıkları oyunu tartışmak için sabırsızlanıyordu. Ona, adeta halkın ıslıkladığı bir piyesin yazarına bakar gibi bakıyordu.
General Trikopis, dertlerini bir profesyonele döken bir amatör gibi konuşuyordu. Yunan ordusunun kötü durumunu, bundan sorumlu olan deli Komutan Hacıanesti’nin kusurlarını, durumu anlamadan ordusuna emirler verdiğini anlatıyordu.
Bütün haberleşme Türk süvarisi tarafından kesildiği için, Yunan ordusunun muhtelif parçaları birbirleriyle anlaşamamışlardı. Bundan başka da, Yunan ordusundaki Venizelist ve Konstantinist bölümler birbirine girmişti.
İnsan; Afyonkarahisar’daki Yunan ordusunun, neden paniğe uğradığını seziyordu.
Mustafa Kemâl Paşa konuşmanın sonunda, “Hacıanesti’nin yerine, Başkomutanlığa atandığınızı biliyor musunuz?” diye sordu.
Trikopis, “Hayır, durumumuz bu işte Mareşalim. Yönetim her zaman olayların gerisinde kaldı. Sonuç da tabii ki böyle oldu” dedi ve utanç içinde önüne baktı.
- Üzülmeyin General. Siz vazifenizi yaptınız. Artık misafirimizsiniz.
Ayağa kalktı. Ötekiler de kalktı.
- Sizin için bir şey yapabilir miyim?
- Eşime sağ olduğumu bildirmenizi rica ederim. Kendisi, İstanbul Büyükada’da.
Başkomutan; İsmet Paşa’ya, “Gerekeni yapın.” dedi. Esir generaller, Mustafa Kemâl Paşa’yı derin bir saygıyla selamlayıp ayrıldılar.”
*****
Vizyon mu dediniz? Önü arkası; görü mü yoksa? Yoksa dünyanın önünde eğildiği, saygınlık mı? Karizma mı? Hepsi bir arada dostlar.
Özgürlüğe, Büyük Taarruz’un sona ermesine, kurtuluşa, bir milletin ayağa kalkışına, bir milletin sonsuza kadar eğilmeden dimdik durmasına, vatanına sahip çıkmasına, 9 Eylül'e yani; Yunan'ı İzmir'de denize dökmeye 3 gün kala...
Atam ve silah, akıl arkadaşları; minnet ve saygıyla…