Baha Sadık Akıner

Baha Sadık Akıner

“AŞK SERSERİ BİR BİLGEDİR” AFŞAR TİMUÇİN (31 Mayıs 1939 - )


Baha'nelere ne gerek! Bu bir Cumartesi Edebiyat yazısıdır dostlar. Öyle çok resimli falan değildir. Görselimiz tektir. Şiiri, edebiyatı, şairi, yazarı, fikri, düşünceyi, sanatı, her şeyin ederinden eksiğine bozdurulduğu şu kavanoz dipli dünyada insana iyi gelen ne varsa onu sevenler tarafından okuna...

AFŞAR TİMUÇİN (31 Mayıs 1939 -     )

"Ateş ve yağmur,

Bütün yanlışları yıkar götürür.

Gün gecenin sonunu temizler,

Ses arındırır sessizliği.

El değmemiş beyazlığı bulmak için,

Gerçek deniz kuşları açıklardan geçer…"

31 Mayıs 1939’da, Manisa’nın Akhisar ilçesinde bir devlet demiryolları evinde doğar Afşar Timuçin. Kökenleri Bakü ve Batum'a dayanan, baba tarafından Azeri, anne tarafından Gürcü’dür.

TCDD'de memur olan babasının görevi nedeniyle birkaç yılda bir il değiştirerek öğrenimini sürdürür. 1945'te Gaziantep Fevzipaşa’da ilkokula başlar, üçüncü ayda okuma yazmayı öğrendiği için ikinci sınıfa geçer. İlkokulu burada başarılı bir biçimde bitirir. Fevzipaşa'da ortaokul yoktur. Bunun için ortaokula İslâhiye'ye gitmesi gerekir. Afşar da her gün İslâhiye’ye ortaokul öğrenimini sürdürebilmek için trenle gidip gelir. Ortaöğrenimini bitiremeden, 1951 yılında, Afşar henüz 12 yaşındayken babası emekli olur ve Adana'ya yerleşirler. Tepebağ Ortaokulu’nda okuduktan sonra liseye başlar.

Dedim ya: Babasının memuriyeti nedeniyle oradan da İstanbul'a taşınırlar. Afşar, İstanbul Erkek Lisesi'ne yazılır. 1959-1960 öğrenim yılında da mezun olur. Bu yıllarda muhasebeci kâtipliği, çığırtkanlık, tezgâhtarlık, çevirmenlik ve düzeltmenlik gibi işler yapar. Sıra üniversite eğitimindedir. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümünde yükseköğrenimine başlar. Yükseköğrenimin bitmesine az bir süre kala 1967 yılında Kanada’ya gider ve burada yerleştiği Montreal Üniversitesinin Felsefe Bölümünden 1969 yılında mezun olur.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde tanıştığı Yüksel Hanım ile evlenip Montreal’e giderler ve orada bir oğulları olur. 1970 yılında yurda dönerler. Ve Afşar Timuçin, Erzurum Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Fransızca okutmanlığına başlar. 1971 - 1972 yılları arasında Meydan Larousse'da redaktörlük yapar. Bu sırada “Descartesçi Bilgi Kuramının Temellendirilmesi” adlı doktora çalışmasını bitirir ve doktor olmaya hak kazanır. Akademik çalışmalarına ağırlık veren Afşar Timuçin sonraki yıllarda, 1982’de doçent, 1992’de profesör olacaktır.

1974 yılında Eray Canberk ile birlikte Kavram Yayınevini kurarlar. 1977 yılında ise Felsefe dergisinin sahipliğini ve yayın yönetmenliğini üstlenir. Burada felsefik yazılarına ve çalışmalarına ağırlık veren Timuçin aynı zamanda Mimar Sinan Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuvarında öğretim üyeliği yapar. Estetik üzerine verdiği derslerin yanında estetik kavramı üzerine birkaç eser de kaleme alır. 2001 yılında bölüm başkanlığı yaptığı Kocaeli Üniversitesi Felsefe Bölümünden 2006 yılında emekliliğe ayrılır.

**

“Bir derviş gibi...” Bu sözleriyle başlar şair dostu Sennur Sezer, Afşar Timuçin’i anlatmaya, ekler ardına:

“Afşar Timuçin'in yalın görünen kişiliğinin sabırlı, dirençli, hoşgörülü bir yanı vardır. Bir derviş gibi... Bir derviş gibi aldırmaz sanılan konularda bağışlamaz bir yanı da vardır, ancak geç fark edilir. Bu halk edebiyatını özümsemesinden gibi gelir bana. Belki de felsefeciliğindendir. Ben Afşar'ı tanıdığımda İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde Fransız Dili ve Edebiyatı okuyordu. Sonra Doktor Yüksel ile evlenip Kanada'ya gittiler. Orada felsefe okuyup döndü. Bir süre Erzurum Üniversitesi'nde çalıştılar, doktorasını verdi. Bugün profesör… İlk şiir kitabı Çöl, 1968'de yayımlandı. Halk öykülerini destanlaştırdığı çalışma Destanlar ise 1969'da... TRT 1970 Sanat Ödülleri yarışmasında Böyle Söylenmeli Bizim Türkümüz adlı şiir kitabı başarı ödülü aldı. Nâzım Hikmet'in Şiiri adlı kitabı da 1979 Türk Dil Kurumu Eleştiri Ödülü'nü kazandı. Arada A. Kadir ile birlikte Vietnam, Filistin, Portekiz Sömürgeleri şiiri üstüne çeviri ve antoloji çalışmaları var. Sonra kitaplaşan şiirler, öyküler, romanlar... Afşar Timuçin'in İnsancıl dergisindeki "Toplumda Değerler Çözülmesi Konusunda Kendimle Konuşma" adlı yazıdan bir bölüm alıntılamam onun düşünce dünyasını daha iyi tanıtacaktır:

"(…) Ne olursa olsun kendimizi doğal akışın ellerine bırakıp çıkamayız. İnsan olmak tasarlayıcı, kurucu, yapıcı olmayı gerekli kılar. İnsan olmak, daha da insanlaşma eğilimini kendiliğinden içerir ve tüm bireylerin dünyasında daha da insanlaşmak için savaşım koşulunu gerekli kılar. Oysa değerlerin iyiden iyiye dağıldığı dönemlerde insanlar evrensel ya da toplumsal amaçlarını yitirirler ve genel amaçların dışında ve hatta genel amaçlara karşıt olarak bireysel amaçlarını belirgin ve etkin kılarlar. Bireysel amaçların genel amaçta karşılık bulmadığı durumlarda kargaşık toplumsal yapılar gelişir ve bu kargaşık yapılar tutarlı bütünlüğü kökten zorlar. Gerçeklikte karşılığı olmayan kuralcılık kargaşık yapıyı korur ve güçlendirir. Bozulma dönemleri sözde düzen kaygısının öne geçtiği dönemlerdir. Bozulmayı hızlandıran ve derinleştiren kabasabalıklar ciddilik görünümü altında insan yaşamını kökten zorlar. Ortaya konulan kurallar değerler düzeninin yararına görünmekle birlikte bu düzenin yıkıcı etkeni olurlar. Ortada bir kısır döngü vardır. Her iyileştirme çabası yeni bir bozulmanın güçlü bir belirleyeni olur. Bozulmanın getirdiği korkunç dağınıklık ve tehlikeli atomlaşmışlık önlem almayı gerekli kılar. Yapılabilecek tek şey yaşamı yeni gereksinmelere göre yeniden düzenlemektir."

Aşkı eskitmiş kuşaktan Afşar Timuçin, benim sayıp sevdiğim bir arkadaşım. Neredeyse kırk yıldır tanırım onu. Keşke daha sıcak çizgilerle yansıtabilsem. Eşine mutfakta yardım etmek için değil, biraz da hoşlandığı için başarıyla yemek ve hatta ekmek yapışını, sevimli derbederliğini, "Kandil geceleri içeriz şarap, naehle haramdır ehline sevap" nefesini buğulu bir sesle söyleyişini, sevgili eşi Yüksel'i erkenden yitirmenin acısıyla bir tür eve kapanışını, içe çekilişini...

Beceremiyorum… Ama onu ne zaman düşünsem ilk tanıştığım gün geliyor aklıma. İstiklâl Caddesi'nde kar yağışı altında yürüyoruz. O kuşağını, belki de kendini; anlatıyor: " Bozulma dönemleri sözde düzen kaygısının öne geçtiği dönemlerdir." Gülmem gerek bu söze gülemiyorum, şaşıyorum. O bütün yaşamınca yaşamı aşktan daha güçlü bir şeyle, düşünceyle savunuyor.”

***

Bir dergideki yazıda kendisi için, "Anadolu'nun yeterince görülmeyen yahut görmezden gelinen kahramanlarından biri. Bir derviş sabrıyla çalışan ve her şeye karşın düşündüğü gibi yaşıyor olmanın engin mutluluğuyla yetinmesini bilen biri." olarak tarif edilen Afşar Timuçin; Türk edebiyatına farklı disiplin ve türlerde vermiş olduğu eserlerle tanınmış yazarlarımızdandır.

Afşar Timuçin, gelenekle bağını koparmaz. Karacaoğlan'ın, Yunus Emre'nin şiirine kattığı pek çok şey olduğunu düşünür. Akımların çok verimli sonuçlar vereceğine inanmaz. "Bizim gençliğimizde şiir alanına İkinci Yeni egemendi. Ondan iyice uzak durdum." der ve kendi bilinç koşullarına göre estetiğini yaratmaya çalışır. Hiç kimseye, hatta Nâzım Hikmet' e, Fazıl Hüsnü'ye, Behçet Necatigil'e benzememeye çalıştığını, ama onlardan etkilendiğini, onların her birini sevmekten, onlara sanatçı olarak saygı duymaktan da geri durmadığını dile getirir.

Bu konuda, "Birilerinden bir şeyler aldım ve birilerine bir şeyler vermeye çalışıyorum. İnsan, tek başına bir özgün sanat yapıtı ortaya koyma şansına sahip değildir bence" der mesela.

O; şiir, hikâye ve romanlarına alanında yıllarca çalıştığı estetik ve felsefe kavramlarını da katarak bir sentez oluşturan yazar toplumcu dünya görüşüne bağlı, öz ve biçim bakımından bütünleşmiş bir şiir anlayışı geliştirmeye çalışmıştır. Tahir ile Zühre, Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Arzu ile Kamber, Güllü ile Hamza isimli halk öykülerini destan biçiminde yeniden yazarak 1969 yılında Destanlar ismiyle kitaplaştırmıştır.

Bazı kitapları Rusça da yayınlanan şairin şiir kitaplarının yanı sıra çevirileri, öykü, roman, deneme, inceleme ve felsefe ile ilgili kitapları da bulunmaktadır. Yazmış olduğu Nâzım Hikmet'in Şiiri adlı incelemesi yöntem olarak şairin yaşamını değil de, şiirlerini merkeze alması ve getirdiği derinlikli yorumlar ile uzun zaman bu alanda yapılmış en kapsamlı çalışma olarak anılmıştır. Timuçin'in özellikle felsefe alanında yazdığı eserlerinde özgün ve sistematik bir dil kullanmaktan çok, felsefe tarihini ayrıntılı ve kapsamlı bir şekilde tanıtmak gayesi amaçlanmıştır.

***

DENİZİN BEKLEDİĞİ

Seni sevmek mor denizlerdi biraz.

Ne kadar gidilse bir o kadar bitmeyen.

Umutlar ve yıkışmalar ardında direnilen.

Seni sevmek mevsimler içinde en güzel yaz…

Seni sevmek yaşamanın aşılmaz büyüklüğü.

Seni sevmek kan dolu yüzyılları korkutan.

Ve sığınıp ılık kıyı kentlerine bir akşam.

Seni sevmek çocukların düşlerinde gördüğü…

Varılırdı daha saydam günlere isteseler.

İsteseler yalnızlık giremezdi evlere.

Seni sevmek bir kırlangıç olacak bekleseler.

Ve uçacak durmadan adasız denizlere…

Kim bulacak cam kırığı gözlerinde sevgimi?

Sonra yalnız kalmak gibi yoksulca uğuldayan,

Bütün okyanusların baş eğdiği tek kaptan;

Sana verdim geç diye bütün denizlerimi…

1970 yılında TRT Kurumu Sanat Başarı Ödülü, 1979’da Türk Dil Kurumu Eleştiri Ödülü, 1997 yılında Truva Kültür Sanat Şiir Ödülü, 2003’te Kocaeli Gazetesi Yılın Eğitimcisi Ödülü, 2004’te Homeros Emek Ödülü ve 2015 yılında Pen Şiir Ödülü’nü kazanan Afşar Timuçin, “Aşk Serseri Bir Bilgedir” der bir yazısında. Ve ekler; “Özgür bir yaşam büyük ruhlar için olasıdır” der Nietzsche. Özgür ruhlar için ya da yetkin bilinçler için. Özgür eylem için, özgür düşünce zorunludur. Yetkin bilince ulaşmış olmayanlar binlerinin peşine takılıp giderler. Aşk da bir özgürlük alanı olmakla, belli bir bilinç yetkinliğini gerektirir. Aşk özgür bilinçlerin işidir, tutsaklığı göze alabilecek kadar özgür bilinçlerin işidir. Aşkın bir yanı özgürlükse bir yanı tutsaklıktır. Aşk yarar kollamaz, aşkın yararı kendi içindedir ya da kendincedir. Nasıl sanatın kendi dışında amaçları yoksa aşkın da kendi dışında amaçları yoktur. Kendi dışına düşen sanat ve kendi dışına düşen aşk özünü yitirir. Sanat gibi aşk da insanı insana göstermekten başka ne işe yarayacak! Aşkta insan bir gözden çıkarıcıdır, tam bir yarar gözetmez tutum içinde kendini tehlikelere atar. Aşk tehlikelidir, her şeyden önce alışılmışın dışına çıkmayı gerektirir. İnsanlar genellikle alışılmışı seçmeye yatkındırlar. Dünya alışılmışın ötesine iyi bakmaz, alışılmışın dışı yasadışıdır. En değerli, en sağlam, en güvenilir, en sevilesi bilinen insan ortak kurallara göre davranan insandır.”

Cemal Süreya için ise, “Şairler ölürler, çok zaman şiirleri de onlarla birlikte ölür gider. Ölmeyen şiirler gerçek şiirlerdir, onlar kendilerini yaratan kişilerin arkasından ağlamazlar. İyi şair dünyaya kendini bırakır gider. “O ölmedi!” sözü boşa söylenmiş bir söz değildir. Cemal Süreya’nın başka şiirleri zamanla unutulmaya yüz tutsa bile Üvercinka’daki bütün şiirler sanırım yarına kalacaktır. İçerdiği her şiirin ayrı ayrı güzel olduğu şiir kitapları gerçekten çok azdır. Doldurma sayfalar vardır birçok şiir kitabında. Üvercinka’da yoktur. Birçok şair, bir ya da iki şiiriyle anımsanır. Cemal Süreya’nın şiiri gerçek şiirdir. Derinlere dalmadan da olsa düşünür ve duygulanır. Bunu yaparken insan olmanın anlamlarını ortaya koyar.” der.

"Şair duyarlığı" yazısında da şair-şiir ilişkisini şöyle tanımlar: Hiçbir sanat yoktur ki sanatçı için özel bir duyarlılık, özel bir seziş, özel bir bakış biçimi gerektirmesin. Bunun bir başka anlamı, şiir yazabilmek için şair olmanın, resim yapabilmek için ressam olmanın, tiyatro yapabilmek için tiyatrocu olmanın bir zorunluluk olduğudur. İnsanlar genelde sanatçıyı sanat yapmakta üst yetenekleri gelişmiş olan insan diye düşünmezler, doğuştan ya da başka bir yerden özel yetenekleri olan (özel yetenekleri zaten var olan) insan diye düşünürler. Sanatçı dünyaya hazır gelmiş bir kişi değildir, sanatçı olarak dünyaya düşmüş ya da gönderilmiş biri değildir. Bilincimiz eğilimlerimize göre gelişir, dünyayla ilişkilerimizin niteliğine göre gelişir. Şair olmak da böylesi bir gelişimin sonucudur. İnsanın önce kendini şair kılması gerekir. Şiir yazabilmek için şair olmak bir zorunluluktur. Şiir yazmak da şair olmak için zorunluluktur. Öyleyse şiir yaza yaza şair oluruz ve şair olduğumuz zaman ya da şair olduğumuz için şiir yazarız.

***

Nice nice şiirli yıllara Afşar Timuçin, nice şiirli yaşanmışlıklarına…

YAŞAMAK

Yaşamak, alışmaktır!

İşportada satılan kadın geceliklerine…

Alışmak manavlara, doçentlik tezlerine;

Alışmak, yaşamaktır…

Hep bu yeşilleri giy,

Bu moru tak saçlarını topla da,

Bunu sen de bilirsin;

Alışmak yorulmaktır, bakıp bakıp kendine…

Yaşamak, bir gün uyanmaktır!

Bir gün birdenbire yalnız kalmaktır…

Yaşamak; alışmalardan sonra

Alıştığı her şeyle savaşmaktır…

Saygıyla…




ARŞİV YAZILAR